Thursday, March 31, 2005

Keten Tohumu

Latince isminin anlamı 'çok faydalı bitki' olan keten tohumunun, kabuğunun altında bulunan yağlı bileşimin tedavi edici etkisi vardır. Yağı çıkartılarak ya da ezilerek kullanılmaktadır.

* Omega-3 yağ asidinin en çok bulunduğu bitkisel yağdır.
* Yapısında yoğun olarak bulunan çoklu doymamış yağ asitleri (omega-3 yağ asitleri) nedeniyle kolesterol seviyesinin düşmesini sağlamaktadır.
* Nefes darlığı, astım, ses kısıklığı, öksürük ve bronşite faydalıdır.
* Böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcıdır.
* Anti-kanser özellikli bir madde olup; öncelikle göğüs, kolon (kalın bağırsak) ve prostat kanserine karşı koruyucu özelliktedir. Şeker hastalarına tavsiye edilir.
* Kronik kabızlığın giderilmesini sağlar.
Formdakal

Wednesday, March 30, 2005

Ormancı Türküsü

Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa’nın en yakın arkadaşıdır. Bu ikili her akşam köy kahvesinde dama oynar. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ‘Sarı Memet’ lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, sarhoş halde çıkagelir ve yanan bir çiftliğin evrakını ilçeye götürmek için bekçiyi muhtardan ister.

Bekçinin 1946 seçim sonuçlarını Yatağan’a götürmesi gerektiğini söyleyen Muhtar Cezayirli, ‘Olmaz’ diye cevap verir.

Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Ormancının bıçak çekmesi üzerine Mustafa Şahbudak belindeki tabancayı çıkarır, kaçan ormancıya ateş eder ancak yalnışlıkla dostu Tevfik’i vurur. Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ‘Ben ölüyorum, hakkını helal et’ dedikten sonra can verir.

Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için 4 yıl ceza alır. Cezaevinden çıktıktan sonra, Muğla’ya yerleşir. Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa’ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI’dır.

Monday, March 28, 2005

Monroe Doktrini

18. yüzyılın başlarında Amerika kıtasının Güney kesiminde yaşanan çeşitli mücadeleler sırasında ABD’nin kıtada hâkimiyet kurmak ve İspanyol sömürgelerinin bağımsızlık mücadelesinden yararlanarak kıtada egemen olmaya çalışan Avrupalı devletlerin bu çabalarını engellemek amacıyla benimsediği doktrindir. Doktrinde yer alan öncelikli mesele, Avrupa ülkelerinin Amerika kıtasında bulunan devletleri sömürgecilik ya da benzeri biçimlerde egemenlik altına almalarına izin verilemeyeceği hususudur. ABD bu türden davranışları doğrudan kendisine yöneltilmiş saldırılar olarak algılayacağını, Başkan Monroe’nin ifadesiyle açıkça ortaya koymuştur. ABD’nin dünya sahnesinde yer alması ise I. Dünya Savaşı ile başlamış, 6 Nisan 1917 tarihinde kamuoyunun da baskısıyla Almanya’ya savaş ilan etmiş ve yenilen devletler arasında arabuluculuğa soyunması onun artık uluslararası sistemde müdahil bir devlet olacağını göstermiştir. İki dünya savaşı arasında izlenen Monroe Doktrini (yalnızcılık politikası&isolationism) ABD’nin uluslararası sistemde tarafsız olması gerektiği üzerine olmuştur.

Friday, March 18, 2005

“Arşimet Etkisi” yada “Kuluçka Prensibi”

Herhangi bir sorunla, uğraşır durursunuz, onu hayati bir mesele haline getirirsiniz. Hem bilinciniz hem de bilinçaltınız bu durumun farkındadır. Bütün uğraşılarınıza rağmen belirli bir sürede, bir türlü çözümü bulamazsınız. Ve projeyi ya da sorunu rafa kaldırırsınız. Bilinçli olarak projeyi düşünmezsiniz ama, bilinçaltınız projeyi çözmekle uğraşmaya devam eder. Bilinçaltınızın en rahat ettiği anlar, bilincin çok meşgul olmadığı zamanlardır. Otobüste giderken, banyodayken ya da yatakta uzanırken hatta uyurken, bilinciniz aktif bir çalışma içinde değildir. İşte bu tür durumlarda bilinçaltı sizin temel meselenizle uğraşmaya devam eder ve hiç de beklemediğiniz bir çözüm geliştirir. Çünkü, bilinçaltının kullandığı referans noktalarının çoğu düzenli değildir. Günlük hayattan belirsiz bir düzen içinde yansıyan imgelerle doludur. Ve bütün bu imgeler depolanarak harika bir yaratıcı düşünce kaynağı oluşturur. Ancak beklenenin tersine bilinçaltının bulduğu çözüm, genellikle dünyanın gerçeklerine inanılmaz ölçüde uygun olur.

Thursday, March 17, 2005

KURUMSAL MEDİTASYON

Kurumlar da insanlar gibi, yapmakta oldukları işlere kendilerini kaptırırlar ve bir süre sonra, işlerini kontrol ediyormuş duygusu içinde, aslında bütünüyle dışındaki dünyanın ona empoze ettiği işleri, yine dışındaki dünyanın empoze ettiği öncelik ve aciliyet derecesine göre yapmaya devam ederler. Bu bir çeşit tutsaklık olup, kişi ya da kurum bunun sürdürülmesi için çeşitli -ve büyük ölçüde de mantıklı- gerekçeler üretir.

Bu ilginç olgunun dayandığı gerçek, her sürecin kendi çevresinde yarattığı ve kendi varlığını sürdürmeye yönelik bir “çekim alanı” -Process Maintaining Attitude (PMA) denilebilir- gibi düşünülebilir. PMA, kişi veya kuruma, “işler yürüyor!” güvenini sağlar. Bu güven duygusu, süreçlere müdahale etmeyi, onu yeniden yapılandırmayı engelleyen başlıca etkendir.

Buradan, yeniden yapılanma projeleri için çıkarılabilecek bir sonuç, kişi veya kurumun, kendini bu PMA çekim alanından kurtarması mecburiyetidir. Bu daha somut olarak, kendini yeniden yapılandırmak isteyen kişi ya da kurumun, kendi iradesi ve PMA çekim alanı arasındaki farklılığın farkına varması ve bu farkındalığın bir işareti olarak da belirli bir süre “bir şey yapmadan durabilmesi” demektir.

Bu “belirli süre”, gündelik yaşam ölçüleriyle, yalnızca “farkında olmak için” gerekli süre kadardır. Daha da açık olarak, yürümekte olan süreçlerle tüm bağlarını koparmak suretiyle düşünebilmek demektir. Bu -aynen kişisel meditasyonlarda olduğu gibi- egzersizle geliştirilebilen ve istenildiği anda dış dünya ile bağlantıların kesilmesi gibidir.

Böylece kişi ya da kurum, işlerin aslında “süreçlerin kendi iradeleri” ile yönetildiğini, kurumun işler tarafından “sürüklendiğini” idrak ettiği anda, yeniden yapılanmanın ilk adımı olan “neler-niçin oluyor?” sorusunu, işlerle tüm bağlarını korkusuzca kesmiş olarak sormaya hazır demektir.

Kendi kişisel ya da iş yaşamını yeniden şekillendirmek -ki buna bir çeşit bireysel re-engineering denilebilir- isteyen bir kişi , zamanını genelde “başkalarının” (müşteriler, satıcılar, kendi dışındaki herkes) yönlendirdiğini, bu ortamlardan bir şekilde uzaklaşıp (seyahat ya da bilinçli olarak uzaklaşmak amaçlı olarak) bir “iç sessizliğe” kavuşunca “idrak” eder.

Bir kısım kişi ya da kurum ise, PMA çekim alanının sağladığı güven duygusu bağımlılığını sürdürebilmek için bu gibi fırsatlarda dahi “başkaları” ile olan bağlantılarını koruyarak içine düşmüş olduğu bağımlılığı tatmin etmeyi sürdürür.

Burada tanımlanan “iç sessizlik” sağlama yöntemine “Kurumsal Meditasyon” denilebilir. Bunu, tüm kurum personelinin yapabilmesi iyi, ama pratik olarak güçtür. Bu nedenle, üst yönetimde yer alan kişiler ile başlamak ve olabildiğince yaygınlaştırmak tavsiye edilir.

Her tür meditasyonun kendine göre bir `mantra'sı olduğu gibi, Kurumsal Meditasyonun da bir mantrası olmalıdır. “Bunu yapmasam olur mu?” iyi bir mantra olabilir.

Kişilerin, kendi dışlarındaki süreçleri gözleyip sonra da onları yeniden şekillendirebilmeleri için, kendileriye süreçlerin farkını farkedebilmeleri, yani süreçlerle bütünleşmişliklerini koparabilmeleri gerekir. Süreçleri objektif olarak gözleyebilmek, “neler-niçin oluyor?” sorularına doğru cevaplar verebilmeleri için, PMA alanlarının sağladığı güven duygusuna ihtiyaç duymayacak kadar sağlam bir öz-güven geliştirmeleri gerekir. Aksi halde, kendilerini süreçler dışında korumasız hisseden kişilerin objektif gözlemler yapmalarına imkan olmayacaktır.

Bu iç sessizlik durumu, gözlem yapıldığı sürece korunmak zorundadır. Bu ise ancak, bu özelliğin “zihinsel-kurgu” (mind-setting) içinde yer almasıyla mümkündür. Bunu ise ancak kişilerin kendileri yapabilirler. dış destek ancak katalizör rolü oynamalıdır.

Bu aşamadan itibaren bir organizasyon için yeni hedefler konulabilir, sorunları teşhis edilebilir, çözümler üretilip uygulanabilir.

Wednesday, March 02, 2005

Islomania

Islomania kavramı ilk olarak bir ingiliz yazarı olan Lawrence Durrell'in "Reflections on a Marine Venus" kitabında kullanılır. Daha sonra da diğer islomanyaklar arasında yayılır. Durrell kitabında islomaniayı şöyle anlatır: " Gideon'un karalama defterleri arasında bir gün, daha tıp bilimine geçmemiş hastalıkların bir listesini bulmuştum, bunlar arasında çok seyrek rastlanan ama tanınmadığı da ileri sürülemeyecek bir ruh hastalığının adı olarak "Islomania" sözcüğü de göze çarpıyordu. Bunu açıklamak için Gideon, adalarda her nasılsa karşı konmaz bir çekicilik bulan insanların olduğunu söylerdi hep. Bir adada, denizle çevrili küçük bir dünyada olduklarını bilmek bile, böylelerinin içini sözle anlatılmaz bir esrimeyle dolduruverir. Bu doğuştan ada-tutkunları, derdi Gideon, doğrudan doğruya Atlantislilerin soyundandırlar, ada yaşamına bilinçaltlarında süren özlem, yitik Atlantis ülkesine yönelmiştir."

Kısaca biz manyağız; islomanyağız. Islomania sayfalarında Bozcaada'nın, ada kavramının şeyini çıkaracağız. Siz de bir islomanyaksanız veya islomanyaklara sempati duyuyorsanız, bu sayfaların gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Bir ada ortamı ne sunar da insana, insanlar bundan vazgeçemez olur? Ada dışarıya kapanmışlıktır, kendiyle sınırlanmışlıktır, zaman durdurulmuşur. Yani dışarının, dış dünyanın karşıtıdır. Dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya giriş-çıkış güçtür.Dişarıdan ayrılmıştır.

Gelincik

Gelinciğin tarihsel izlerini aramak için binlerce yıl geriye gitmek gerekiyor. En eski çizimleri en az 3000 yıl önceye tarihlenen eski Mısır lahitlerinede bulunmuştur. Ayrıca günümüzden yaklaşık 1000 yıl öncesine ait Codex Vindobonensis'te Bizans prensesi Anicia Juliana gelinciklerle birlikte resmedilmiştir. Gelincik Homer'in İlyada'sında da kendine yer bulur: Homer ölen savaşçıları gelinciklere benzetir.

Eski Yunan / Roma mitolojisinde de gelincik bir çok tanrı ile ilişkilendirirlir. Örneğin Morpheus (uyku tanrısı Hypnos'un üçbin çocuğundan biridir ve insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeler.)* gelincikten yaptığı taçları uyutmak istediklerine verir. Adına yapılan tapınaklar da genellikle gelinciklerle süslenirdi. Romalılar karasevdaya düşenlere gelincikten yaptıkları içecekleri verir ve bunların aşk acılarını dindireceğine inanırlardı.* (Uyku herşeyin ilacıdır!)

İngilizcede gelinciğe verilen adlardan biri de "Corn Poppy" dir. Gelincik uyku tanrısı Hypnos (= Roma'da Somnus) tarafından insanları/tanrıları uyutsun diye yaratıldı. Bereket tanrıçası Demeter (= Roma'da Ceres ) bir zamanlar uykusuzluktan çok çekermiş. (insomnia ! Romalı uyku tanrısının adına dikkat!). Uykusuz ve yorgun olduğundan bitkilerin büyümesi ve verimli olması için çabalamaya gücü yetmezmiş. Kıtlık başlamış. Bunu gören Somnus, Ceres için gelinciklerden bir karışım yapıp içmesini sağlamış. Ceres bunu içer içmez derin bir uykuya dalmış. Uyandığında kendisini uykusunu almış ve çok da zinde olduğunu görmüş. Ve tabi tüm enerjisini tarlada büyümeye çalışan mahsüle yoğunlaştırmış. Kıtlık bitmiş, rekolte rekor kırmış. O zaman bu zaman çiftçiler mısır/hububat tarlalarında ne zaman gelincik görseler bunu o senenin yeni rekorlara gebe olduğuna yorarlar ve gelincikleri asla koparmazlarmış. Bu çiçeğe de "Corn Poppy veya Corn Rose" adını koymuşlar.

Gelincikle ilgili olarak bir çok kültürde bir çok efsane anlatılır. Bunlardan biri de Cengiz Han ile ilgili: Cengiz Han bir savaşta düşmanı perişan edip muharebe meydanını kan gölüne çevirdikten kısa bir süre sonra burayı gelinciklerin doldurdukları gözlemlenmiş. Aynı hikaye yüzyıllar sonra Napolyon ile ilişkilendirilerek de anlatılır. Araştırıldığında, çok muhtemeldir ki askerlik tarihi benzer savaş öyküleri ile doludur. Zira bahar ayları savaş aylarıdır; Mart adı nereden gelir? Gelincikler de bahar çiçekleridir. Benzer bir hikaye de Çanakkale savaşları sırasında yaşanmıştır.

Bir amerikalı hanım olan M.Michael gelinciğin cephelerde ölenler için bir hatırlama sembolü haline gelmesi için öncülük yaptı. Ateşkesten iki gün önce, 9 Kasım 1918 'te bu kabul edildi.

Kısa bir süre sonra Amerika'yı ziyaret eden Madam Guerin bu geleneği bir adım daha ileri götürerek, Fransa'ya geri döndüğünde değişik materyallerden gelincik yapıp bunları satarak elde edilen geliri savaş gazilerinin ve şehit yakınlarının yararına kullanır. Bu gelenek zamanla Kanada, A.B.D., ve Avustralya'ya sıçrar.

* Flander: Belçika'nın batısı,felemence konuşulan bölge.(Antwerp,Brugges...

Felemenk ülkesine çok benzer şekilde, yine McCrae'nin şiiri ile eşzamanlı olarak Anzac askerlerinin 1.Dünya Savaşı sırasında Gelibolu yarımadasındaki başarısızlığa mahkum muharebelerinde de, binlerce ölünün hemen ardından Gelibolu gelincik tarlasına dönmüştür.

Anzac'ların torunları her yıl Gelibolu ziyaretlerini kıpkırmızı açan gelincikler arasında yaparlar.

Gelibolu 1915

Ashoka

Ashoka uluslararasi bir sosyal girisimciler kurulusudur. Sosyal Girisimciler, ticari girisimcilerin de sahip oldugu vizyon, yaraticilik ve olaganüstü kararlilik gibi özellikleriyle yasamlarini, toplumsal sorunlara yeni çözümler üretmeye adamis olan kisilerdir. Tüm kültürlerde bulunan bu özgün bireyler kendi alanlarinda (çevre, egitim, saglik, insan haklari, toplumsal gelisme), bir sonraki adimi öngörebilirler ve bu öngörü toplumun benimsedigi bir olusum haline gelinceye kadar da yilmadan projeyi takip ederler.

Ashoka, öncü sosyal girisimcilige odaklanmasi, güvene dayali olarak bu kisilere ve pozitif sosyal degisimi destekleyecek en etkili yol olarak gördügü fikirlerine yatirim yapar. Ashoka, sosyal girisimcilerin toplumlarinda ve alanlarinda katlanarak artan bir etki yaratir. Bu nedenle Ashoka programlari, sosyal girisimcilerin kendilerine yeterliligini ve organizasyonlarinin uzun dönemde sürdürülebilirligini saglayacak sekilde tasarimlanmistir.

Misyon

Dünyanin her yanindaki sosyal girisimciligi gelistirmek.

Felsefi temel

Ashoka, positif sosyal degisimi desteklemenin en etkili yolunun, ulusal ya da küresel olarak uygulanabilir yenilikçi fikirler ve çözümlere sahip sosyal girisimcilere yatirim yapmak oldugu önermesi üzerine temellenmistir.

http://www.ashoka.org/tr/main/tr_home.cfm