Wednesday, June 08, 2005

Hedge Fonları

Hedge Fonları 1940’lı yıllarda Alfred Jones adlı bir akademisyen tarafından ilk defa kurulmuş, 1949 yılında A.W.Jones & Company adıyla faaliyete geçmiş ve 1970’li yıllara kadar devam etmiş ilginç ve çok rizikolu bir yatırım aracıdır. Jones’ın başarısı yüzünden bu fonların sayısı zaman içinde artmış, fonların sayısı 1970’li yıllarda 150’ye kadar çıkmış. Bu fonların ilk liderleri ya da öncülleri arasında ünlü milyarder George Soros ve Michael Steinhardt da var.

Soros, Hedge Fonları işine 1969 yılında Wall Street’te faaliyette olan Bleichroeder & Company bünyesinde başlamış, bu şirketten 1974 yılında ayrılarak ünlü Quantum Fonu’nu kurmuş. adece Amerika’da bugün 600 milyar dolara hükmediyorlar; global olarak ise 1,5 trilyon dolar kadar bir büyüklükten söz ediliyor ve bunlar dünyayı dolaşıp duruyorlar.

Hemen bir örnek vereyim: İngiltere’nin ünlü futbol kulübü Manchester United’ın hisselerinin büyük bölümünü satın alan Amerikalı milyarder Malcolm Glazer’ın arkasında da büyük ölçüde New York merkezli üç Amerikan Hedge Fonu var: Citadel, Och-Ziff Capital Management ve Perry Capital...

Thursday, May 26, 2005

Çini

Çin ülkesinden gelme” yada “Çin işi”, yani Farsça’dan gelme “çinî” sözcüğü... Kimilerine göre çiniye, ilk kez Çin’de yapıldığı yada Çin’den Anadolu’ya geldiği için bu ad verilmiş. Çiniye, “topraktan yapılma sırlı kap” da deniliyor.

Bu “sır”, Türkçe bir sözcük ve yalnızca, çini çanak çömleklerin üzerine sürülen özel formüllü madde yada aynaların arkasında kullanılan ince maden tabakası anlamında kullanılıyor. “Gizli ve kimseye söylenmemesi gereken şey” anlamına gelen öteki sır ise Arapça’dan gelme ve aslında “sır” diye yazılıyor. Ve yüzyıllardır çanak çömleklerde kullanılan kimi “sır” ların özel formülleri var. Bu “sırlı” formül babadan oğula, ustadan ustaya aktarılmış. Kimbilir, belki de o eşsiz Selçuklu çinilerinin, İznikler’in, Kütahyalar’ın, “sır”ı böylece ortaya çıkmıştır..

Çini hakkında detaylı bilgi için tıklayınız

Wednesday, May 25, 2005

Karun Hazineleri

Çoğunluğu MÖ 7. yüzyılda kullanılan, yüzlerce altın sikkeden oluşan Karun Hazineleri, parayı icat ederek insanlık tarihine damgasını vuran Lidyalılara ait. Bu yüzyılda dünyanın en zengin ülkesi olan Lidya ve bu ülkenin kralı Kroisos, servetiyle göz kamaştırmıştı. “Karun kadar zengin” deyimi de Lidya ve Kral Kroisos’un zenginliğini ifade etmek için kullanılmıştı.

Uşak’a 25 kilometre uzaklıkta Güre köyünde 1966, 67 ve 68 yılında yapılan 3 kaçak kazıyla ortaya çıkarılan hazine, İzmir ve İstanbul üzerinden tarihî eser kaçakçıları tarafından Amerika’ya satılmıştı. Türkiye’nin bu eserlerin nerede olduğundan 1985’te haberi olmuştu. Kaçırılan eserlerden 55 tanesinin 1985’te, ABD’de, Metropolitan Müzesi’nde sergilenmesi, hazinenin nerede saklandığı konusunda ipuçları veriyordu. Aynı müzenin depolarında saklanan eserleri almak için Türkiye, 1987’de, zamanaşımı süresinin dolmasına 13 gün kala müze aleyhine uluslararası dava açtı. Müze, 6 yıl süren davayı kaybedeceğini anlayınca 1993’te ‘Karun Hazineleri’ni Türkiye’ye iade etti.

Karun Hazineleri

Saklı İçerik

"Saklı içerik" deyimi medyada zaman zaman kullanılmaya başlandı. Açıkça verilmeyen, ama öyle olduğu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar net anlaşılan mesajlara "saklı içerik" deniliyor.

Diziler ve Saklı İçerik

Saturday, May 07, 2005

Hıdırellez

Doğanın canlanması ve tekrar yaşamaya başlaması demek olan bahar yada yaz mevsimimin gelişi dünyanın neresinde olursa olsun insan yaşamında önemli bir olaydır. Hıdırellez geleneği ile ilgili olarak yaygın olan inanç, Hızır ile İlyas'ın bir araya geldiği günün anısına tören yapılmasıdır.
Hıdırellez'inb Hikayesi ve Detaylı Bilgi

Evde Yoga - Raja Yoga

Raja Yoga, fiziksel duruşları, nefes tekniklerini ve meditasyonu içeren bir sistemdir. (Hatha Yoga olarak adlandırılan fiziksel duruşlar ve nefes tekniklerinin uygulandığı okul Raja Yoganın bir alt koludur.)
Evde Yoga Teniği

Truva Efsanesi

Zamanımızdan takriben 3200 yıl önce Çanakkale Boğazı yakınlarında ''Troya'' isimli bir kent varmış. B:u kentin , barışsever , fakat cesur insanları, kralları, Priamos'un idaresi altında uzun yıllar barış içinde çok mutlu bir hayat sürmüşler.
T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI - Truva

Savarona - Atatürk'ün Yatı

Ancak Alman tekniğinin bir harikası olan Savarona'yı elinden kaçırmak istemeyen Almanya, Krupp firmasının desteği ile Savarona Yatı'na haciz koyar. Fakat daha sonra, Atatürk'e karşı büyük sempatisi olan Amerika'nın o zamanki başkanı Roosvelt, Savarona Yatı'nın üzerindeki Almanya'nın koymuş olduğu hacizin en kısa zamanda kaldırılarak, Türkiye'ye satılmasını; aksi halde o sıralarda, New York Limanı'nda bulunan ünlü Alman transatlantiğinin haczedileceğini Hitler'e bildirir. Sonunda Almanya haczi kaldırarak, Savarona'nın Hamburg Limanı'ndan çıkmasına izin verir.

Bu enteresan hikayenin tamamı için aşağdaki linke tıklayınız.

Savarona hakkında detaylı bilgi için tıklayınız

Monday, May 02, 2005

1 Mayıs - Beltane

Çağdaş kültüre 1 Mayıs Bahar bayramı olarak geçen Beltane eskiden , bir çok kültürde olduğu gibi arifesinden itibaren başlar ve 30 Nisan gecesi kutlanırdı. Kutlama şekli ister ateş yakın, ister direk dikin, isterseniz bir mum etrafında...size kalmış.

İsmini Galya Güneş tanrısı Bel/Belenos 'tan alan bu Bayram, aynı zamanda tohumlama için de önemli bir gün (ne anlama çekerseniz:)

Bu gece aynı zamanda kendimiz için de karar alma, uygulamaya geçme ve gözden geçirme içinde uygun.

Tuesday, April 19, 2005

Ra Sheeba

Eski Mısır'da, insanlara ilk kez tek Tanrıdan bahseden ve
ilk kez tek Tanrı için bir mabet yaptırırken, gücünü kıskananlarca
öldürülen, Osiris, Mimar Hiram, hatta Thoth-Hermes'le
özdeşleştirilen Firavun Akhenaton'un gizli çalışmalarına verilen
isim.

Thursday, April 14, 2005

Rum ateşi (Grajuva ateşi)

İstanbul kuşatmalarını başarısız kılan en önemli faktörden biri güçlü surlar diğeri ise Rum ateşi (Grajuva ateşi) adı verilen silahtır. Bu silah 7 yıl süren İslam kuşatması sırasında geliştirilmişti. Özelliği suda da yanabilmesi idi. Bu Bizans’a düşman gemilerini yakma imkanı sağlıyordu. Oysa İstanbul’un fethi için hem denizden hem karadan kuşatılması gerekiyordu. Bu silahı Suriyeli Kallinikos isimli bir kişi bulmuştu ve muhtevası sır gibi saklanıyordu. Hususi tarzda imal edilmiş borulardan fırlatılan ve düşman gemilerine çarpınca patlayan bu patlayıcının muhtevası IX.Yüzyılda yazılmış olan Liber ignium a Marco Greco Descriptus isimli bir mecmuada mahfuzdu. Bu ateşli /patlayıcı silahların atalarındandır denilebilir.

Satın alma gücü paritesi

Satınalma Gücü Paritesi, farklı ulusal para birimiyle ifade edilen ekonomik göstergeleri, Satınalma Gücü Standardı (SGS) adı verilen ortak para birimine dönüştüren ve farklı para birimlerinin satınalma gücünü eşitleyen bir dönüşüm oranı.SGP’ler, fiyat düzeyi farklılıklarının ortadan kaldırılması ve ülkeler arasında anlamlı hacim karşılaştırmalarının yapılabilmesi amacıyla, ülkelerin ulusal para birimi cinsinden gayrisafi yurtiçi hasılalarını (GSYH) ortak para birimine dönüştürmede kullanılıyor.

Friday, April 08, 2005

Marburg Okulu

Varlığı mantıksal bağıntıların bir örgütü olduğunu öne süren, gerçekliği kavramsal, matematiksel yolla kavrayan bir lojistik geliştiren Yeni Kantçı okul. //

Bu okulun kurucusu H. Cohen, geliştiricileri P. Natorp ve E. Cassirer'dir. Bu akım özdekçilik ve doğalcılığın karşısında, bilgi eleştirisi ve bilim kuramı doğrultusundadır. Bu okulun ayrıca ahlak felsefesi, sanat felsefesi, dil, din, söylencebilim araştırmaları da vardır.

Wednesday, April 06, 2005

Altın Oran

1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden ondalık sayıdır. 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan diğer sayı da - 0,618033... olarak devam eden ondalık sayıdır.

Altın Oran ile ilgili detaylı bir araştırma

Tuesday, April 05, 2005

Akdamar Kilisesi

Esas adı "ahtamar" olan bir ermeni kilisesidir. Adının "ah tamara" efsanesinden geldiği söylenir. Efsane, papazın kızı Tamara ile sahilde yaşayan bir türk çobanı arasında geçer. Buluşmalarını sürdüren iki genç, papazın hazırladığı tuzak neticesinde, buluşma işareti olan ışığın yerinin değiştirilmesi sonucu boğulmak üzere olan çoban genç "ah Tamara" nidasıyla van gölü sularına gömülür. Ada'nın ismi de böylece "ah Tamara" olur.

Gezi Rehberi - Akdamar Kilisesi

Saturday, April 02, 2005

Boyçeçak - Kardelen

Boyçeçak, bizdeki ismiyle kardelen baharın gelişini müjdeleyen bir çiçektir. Bilhassa kökü toprağa dayalı toplumlar için baharın gelişi, yeniden dirilişi, bereketi ve zenginliği ifade eder. Baharın gelmesiyle birlikte karlar eriyecek, toprağa su yürüyecek ve tabiat yeniden canlanacaktır. Ekmeğini tabiattan çıkaran insanlar kış mevsiminin sonuna doğru sabırla baharı ve bahara ait tabiattaki işaretleri beklemektedirler. Karlara rağmen, karın altından filizlenip boy veren ve bütün güzelliğiyle güneşle buluşan “boyçeçak”, insanlar için baharın gelişini müjdeleyen ilk işaret sayılmaktadır. Bundan sonra toprak, insanoğluna bütün bereket ve zenginliğini sunmaya hazırdır. İşte bu şekilde, zenginliğin ve bereketin müjdecisi olarak kabul edilen kar çiçeği, “zengin çiçek” manasına gelen “boyçeçak” adını alır.

Thursday, March 31, 2005

Keten Tohumu

Latince isminin anlamı 'çok faydalı bitki' olan keten tohumunun, kabuğunun altında bulunan yağlı bileşimin tedavi edici etkisi vardır. Yağı çıkartılarak ya da ezilerek kullanılmaktadır.

* Omega-3 yağ asidinin en çok bulunduğu bitkisel yağdır.
* Yapısında yoğun olarak bulunan çoklu doymamış yağ asitleri (omega-3 yağ asitleri) nedeniyle kolesterol seviyesinin düşmesini sağlamaktadır.
* Nefes darlığı, astım, ses kısıklığı, öksürük ve bronşite faydalıdır.
* Böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcıdır.
* Anti-kanser özellikli bir madde olup; öncelikle göğüs, kolon (kalın bağırsak) ve prostat kanserine karşı koruyucu özelliktedir. Şeker hastalarına tavsiye edilir.
* Kronik kabızlığın giderilmesini sağlar.
Formdakal

Wednesday, March 30, 2005

Ormancı Türküsü

Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli, Mustafa’nın en yakın arkadaşıdır. Bu ikili her akşam köy kahvesinde dama oynar. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında ‘Sarı Memet’ lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, sarhoş halde çıkagelir ve yanan bir çiftliğin evrakını ilçeye götürmek için bekçiyi muhtardan ister.

Bekçinin 1946 seçim sonuçlarını Yatağan’a götürmesi gerektiğini söyleyen Muhtar Cezayirli, ‘Olmaz’ diye cevap verir.

Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Ormancının bıçak çekmesi üzerine Mustafa Şahbudak belindeki tabancayı çıkarır, kaçan ormancıya ateş eder ancak yalnışlıkla dostu Tevfik’i vurur. Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak, ‘Ben ölüyorum, hakkını helal et’ dedikten sonra can verir.

Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için 4 yıl ceza alır. Cezaevinden çıktıktan sonra, Muğla’ya yerleşir. Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa’ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay, Tahir Usta tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü, ORMANCI’dır.

Monday, March 28, 2005

Monroe Doktrini

18. yüzyılın başlarında Amerika kıtasının Güney kesiminde yaşanan çeşitli mücadeleler sırasında ABD’nin kıtada hâkimiyet kurmak ve İspanyol sömürgelerinin bağımsızlık mücadelesinden yararlanarak kıtada egemen olmaya çalışan Avrupalı devletlerin bu çabalarını engellemek amacıyla benimsediği doktrindir. Doktrinde yer alan öncelikli mesele, Avrupa ülkelerinin Amerika kıtasında bulunan devletleri sömürgecilik ya da benzeri biçimlerde egemenlik altına almalarına izin verilemeyeceği hususudur. ABD bu türden davranışları doğrudan kendisine yöneltilmiş saldırılar olarak algılayacağını, Başkan Monroe’nin ifadesiyle açıkça ortaya koymuştur. ABD’nin dünya sahnesinde yer alması ise I. Dünya Savaşı ile başlamış, 6 Nisan 1917 tarihinde kamuoyunun da baskısıyla Almanya’ya savaş ilan etmiş ve yenilen devletler arasında arabuluculuğa soyunması onun artık uluslararası sistemde müdahil bir devlet olacağını göstermiştir. İki dünya savaşı arasında izlenen Monroe Doktrini (yalnızcılık politikası&isolationism) ABD’nin uluslararası sistemde tarafsız olması gerektiği üzerine olmuştur.

Friday, March 18, 2005

“Arşimet Etkisi” yada “Kuluçka Prensibi”

Herhangi bir sorunla, uğraşır durursunuz, onu hayati bir mesele haline getirirsiniz. Hem bilinciniz hem de bilinçaltınız bu durumun farkındadır. Bütün uğraşılarınıza rağmen belirli bir sürede, bir türlü çözümü bulamazsınız. Ve projeyi ya da sorunu rafa kaldırırsınız. Bilinçli olarak projeyi düşünmezsiniz ama, bilinçaltınız projeyi çözmekle uğraşmaya devam eder. Bilinçaltınızın en rahat ettiği anlar, bilincin çok meşgul olmadığı zamanlardır. Otobüste giderken, banyodayken ya da yatakta uzanırken hatta uyurken, bilinciniz aktif bir çalışma içinde değildir. İşte bu tür durumlarda bilinçaltı sizin temel meselenizle uğraşmaya devam eder ve hiç de beklemediğiniz bir çözüm geliştirir. Çünkü, bilinçaltının kullandığı referans noktalarının çoğu düzenli değildir. Günlük hayattan belirsiz bir düzen içinde yansıyan imgelerle doludur. Ve bütün bu imgeler depolanarak harika bir yaratıcı düşünce kaynağı oluşturur. Ancak beklenenin tersine bilinçaltının bulduğu çözüm, genellikle dünyanın gerçeklerine inanılmaz ölçüde uygun olur.

Thursday, March 17, 2005

KURUMSAL MEDİTASYON

Kurumlar da insanlar gibi, yapmakta oldukları işlere kendilerini kaptırırlar ve bir süre sonra, işlerini kontrol ediyormuş duygusu içinde, aslında bütünüyle dışındaki dünyanın ona empoze ettiği işleri, yine dışındaki dünyanın empoze ettiği öncelik ve aciliyet derecesine göre yapmaya devam ederler. Bu bir çeşit tutsaklık olup, kişi ya da kurum bunun sürdürülmesi için çeşitli -ve büyük ölçüde de mantıklı- gerekçeler üretir.

Bu ilginç olgunun dayandığı gerçek, her sürecin kendi çevresinde yarattığı ve kendi varlığını sürdürmeye yönelik bir “çekim alanı” -Process Maintaining Attitude (PMA) denilebilir- gibi düşünülebilir. PMA, kişi veya kuruma, “işler yürüyor!” güvenini sağlar. Bu güven duygusu, süreçlere müdahale etmeyi, onu yeniden yapılandırmayı engelleyen başlıca etkendir.

Buradan, yeniden yapılanma projeleri için çıkarılabilecek bir sonuç, kişi veya kurumun, kendini bu PMA çekim alanından kurtarması mecburiyetidir. Bu daha somut olarak, kendini yeniden yapılandırmak isteyen kişi ya da kurumun, kendi iradesi ve PMA çekim alanı arasındaki farklılığın farkına varması ve bu farkındalığın bir işareti olarak da belirli bir süre “bir şey yapmadan durabilmesi” demektir.

Bu “belirli süre”, gündelik yaşam ölçüleriyle, yalnızca “farkında olmak için” gerekli süre kadardır. Daha da açık olarak, yürümekte olan süreçlerle tüm bağlarını koparmak suretiyle düşünebilmek demektir. Bu -aynen kişisel meditasyonlarda olduğu gibi- egzersizle geliştirilebilen ve istenildiği anda dış dünya ile bağlantıların kesilmesi gibidir.

Böylece kişi ya da kurum, işlerin aslında “süreçlerin kendi iradeleri” ile yönetildiğini, kurumun işler tarafından “sürüklendiğini” idrak ettiği anda, yeniden yapılanmanın ilk adımı olan “neler-niçin oluyor?” sorusunu, işlerle tüm bağlarını korkusuzca kesmiş olarak sormaya hazır demektir.

Kendi kişisel ya da iş yaşamını yeniden şekillendirmek -ki buna bir çeşit bireysel re-engineering denilebilir- isteyen bir kişi , zamanını genelde “başkalarının” (müşteriler, satıcılar, kendi dışındaki herkes) yönlendirdiğini, bu ortamlardan bir şekilde uzaklaşıp (seyahat ya da bilinçli olarak uzaklaşmak amaçlı olarak) bir “iç sessizliğe” kavuşunca “idrak” eder.

Bir kısım kişi ya da kurum ise, PMA çekim alanının sağladığı güven duygusu bağımlılığını sürdürebilmek için bu gibi fırsatlarda dahi “başkaları” ile olan bağlantılarını koruyarak içine düşmüş olduğu bağımlılığı tatmin etmeyi sürdürür.

Burada tanımlanan “iç sessizlik” sağlama yöntemine “Kurumsal Meditasyon” denilebilir. Bunu, tüm kurum personelinin yapabilmesi iyi, ama pratik olarak güçtür. Bu nedenle, üst yönetimde yer alan kişiler ile başlamak ve olabildiğince yaygınlaştırmak tavsiye edilir.

Her tür meditasyonun kendine göre bir `mantra'sı olduğu gibi, Kurumsal Meditasyonun da bir mantrası olmalıdır. “Bunu yapmasam olur mu?” iyi bir mantra olabilir.

Kişilerin, kendi dışlarındaki süreçleri gözleyip sonra da onları yeniden şekillendirebilmeleri için, kendileriye süreçlerin farkını farkedebilmeleri, yani süreçlerle bütünleşmişliklerini koparabilmeleri gerekir. Süreçleri objektif olarak gözleyebilmek, “neler-niçin oluyor?” sorularına doğru cevaplar verebilmeleri için, PMA alanlarının sağladığı güven duygusuna ihtiyaç duymayacak kadar sağlam bir öz-güven geliştirmeleri gerekir. Aksi halde, kendilerini süreçler dışında korumasız hisseden kişilerin objektif gözlemler yapmalarına imkan olmayacaktır.

Bu iç sessizlik durumu, gözlem yapıldığı sürece korunmak zorundadır. Bu ise ancak, bu özelliğin “zihinsel-kurgu” (mind-setting) içinde yer almasıyla mümkündür. Bunu ise ancak kişilerin kendileri yapabilirler. dış destek ancak katalizör rolü oynamalıdır.

Bu aşamadan itibaren bir organizasyon için yeni hedefler konulabilir, sorunları teşhis edilebilir, çözümler üretilip uygulanabilir.

Wednesday, March 02, 2005

Islomania

Islomania kavramı ilk olarak bir ingiliz yazarı olan Lawrence Durrell'in "Reflections on a Marine Venus" kitabında kullanılır. Daha sonra da diğer islomanyaklar arasında yayılır. Durrell kitabında islomaniayı şöyle anlatır: " Gideon'un karalama defterleri arasında bir gün, daha tıp bilimine geçmemiş hastalıkların bir listesini bulmuştum, bunlar arasında çok seyrek rastlanan ama tanınmadığı da ileri sürülemeyecek bir ruh hastalığının adı olarak "Islomania" sözcüğü de göze çarpıyordu. Bunu açıklamak için Gideon, adalarda her nasılsa karşı konmaz bir çekicilik bulan insanların olduğunu söylerdi hep. Bir adada, denizle çevrili küçük bir dünyada olduklarını bilmek bile, böylelerinin içini sözle anlatılmaz bir esrimeyle dolduruverir. Bu doğuştan ada-tutkunları, derdi Gideon, doğrudan doğruya Atlantislilerin soyundandırlar, ada yaşamına bilinçaltlarında süren özlem, yitik Atlantis ülkesine yönelmiştir."

Kısaca biz manyağız; islomanyağız. Islomania sayfalarında Bozcaada'nın, ada kavramının şeyini çıkaracağız. Siz de bir islomanyaksanız veya islomanyaklara sempati duyuyorsanız, bu sayfaların gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Bir ada ortamı ne sunar da insana, insanlar bundan vazgeçemez olur? Ada dışarıya kapanmışlıktır, kendiyle sınırlanmışlıktır, zaman durdurulmuşur. Yani dışarının, dış dünyanın karşıtıdır. Dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya giriş-çıkış güçtür.Dişarıdan ayrılmıştır.

Gelincik

Gelinciğin tarihsel izlerini aramak için binlerce yıl geriye gitmek gerekiyor. En eski çizimleri en az 3000 yıl önceye tarihlenen eski Mısır lahitlerinede bulunmuştur. Ayrıca günümüzden yaklaşık 1000 yıl öncesine ait Codex Vindobonensis'te Bizans prensesi Anicia Juliana gelinciklerle birlikte resmedilmiştir. Gelincik Homer'in İlyada'sında da kendine yer bulur: Homer ölen savaşçıları gelinciklere benzetir.

Eski Yunan / Roma mitolojisinde de gelincik bir çok tanrı ile ilişkilendirirlir. Örneğin Morpheus (uyku tanrısı Hypnos'un üçbin çocuğundan biridir ve insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeler.)* gelincikten yaptığı taçları uyutmak istediklerine verir. Adına yapılan tapınaklar da genellikle gelinciklerle süslenirdi. Romalılar karasevdaya düşenlere gelincikten yaptıkları içecekleri verir ve bunların aşk acılarını dindireceğine inanırlardı.* (Uyku herşeyin ilacıdır!)

İngilizcede gelinciğe verilen adlardan biri de "Corn Poppy" dir. Gelincik uyku tanrısı Hypnos (= Roma'da Somnus) tarafından insanları/tanrıları uyutsun diye yaratıldı. Bereket tanrıçası Demeter (= Roma'da Ceres ) bir zamanlar uykusuzluktan çok çekermiş. (insomnia ! Romalı uyku tanrısının adına dikkat!). Uykusuz ve yorgun olduğundan bitkilerin büyümesi ve verimli olması için çabalamaya gücü yetmezmiş. Kıtlık başlamış. Bunu gören Somnus, Ceres için gelinciklerden bir karışım yapıp içmesini sağlamış. Ceres bunu içer içmez derin bir uykuya dalmış. Uyandığında kendisini uykusunu almış ve çok da zinde olduğunu görmüş. Ve tabi tüm enerjisini tarlada büyümeye çalışan mahsüle yoğunlaştırmış. Kıtlık bitmiş, rekolte rekor kırmış. O zaman bu zaman çiftçiler mısır/hububat tarlalarında ne zaman gelincik görseler bunu o senenin yeni rekorlara gebe olduğuna yorarlar ve gelincikleri asla koparmazlarmış. Bu çiçeğe de "Corn Poppy veya Corn Rose" adını koymuşlar.

Gelincikle ilgili olarak bir çok kültürde bir çok efsane anlatılır. Bunlardan biri de Cengiz Han ile ilgili: Cengiz Han bir savaşta düşmanı perişan edip muharebe meydanını kan gölüne çevirdikten kısa bir süre sonra burayı gelinciklerin doldurdukları gözlemlenmiş. Aynı hikaye yüzyıllar sonra Napolyon ile ilişkilendirilerek de anlatılır. Araştırıldığında, çok muhtemeldir ki askerlik tarihi benzer savaş öyküleri ile doludur. Zira bahar ayları savaş aylarıdır; Mart adı nereden gelir? Gelincikler de bahar çiçekleridir. Benzer bir hikaye de Çanakkale savaşları sırasında yaşanmıştır.

Bir amerikalı hanım olan M.Michael gelinciğin cephelerde ölenler için bir hatırlama sembolü haline gelmesi için öncülük yaptı. Ateşkesten iki gün önce, 9 Kasım 1918 'te bu kabul edildi.

Kısa bir süre sonra Amerika'yı ziyaret eden Madam Guerin bu geleneği bir adım daha ileri götürerek, Fransa'ya geri döndüğünde değişik materyallerden gelincik yapıp bunları satarak elde edilen geliri savaş gazilerinin ve şehit yakınlarının yararına kullanır. Bu gelenek zamanla Kanada, A.B.D., ve Avustralya'ya sıçrar.

* Flander: Belçika'nın batısı,felemence konuşulan bölge.(Antwerp,Brugges...

Felemenk ülkesine çok benzer şekilde, yine McCrae'nin şiiri ile eşzamanlı olarak Anzac askerlerinin 1.Dünya Savaşı sırasında Gelibolu yarımadasındaki başarısızlığa mahkum muharebelerinde de, binlerce ölünün hemen ardından Gelibolu gelincik tarlasına dönmüştür.

Anzac'ların torunları her yıl Gelibolu ziyaretlerini kıpkırmızı açan gelincikler arasında yaparlar.

Gelibolu 1915

Ashoka

Ashoka uluslararasi bir sosyal girisimciler kurulusudur. Sosyal Girisimciler, ticari girisimcilerin de sahip oldugu vizyon, yaraticilik ve olaganüstü kararlilik gibi özellikleriyle yasamlarini, toplumsal sorunlara yeni çözümler üretmeye adamis olan kisilerdir. Tüm kültürlerde bulunan bu özgün bireyler kendi alanlarinda (çevre, egitim, saglik, insan haklari, toplumsal gelisme), bir sonraki adimi öngörebilirler ve bu öngörü toplumun benimsedigi bir olusum haline gelinceye kadar da yilmadan projeyi takip ederler.

Ashoka, öncü sosyal girisimcilige odaklanmasi, güvene dayali olarak bu kisilere ve pozitif sosyal degisimi destekleyecek en etkili yol olarak gördügü fikirlerine yatirim yapar. Ashoka, sosyal girisimcilerin toplumlarinda ve alanlarinda katlanarak artan bir etki yaratir. Bu nedenle Ashoka programlari, sosyal girisimcilerin kendilerine yeterliligini ve organizasyonlarinin uzun dönemde sürdürülebilirligini saglayacak sekilde tasarimlanmistir.

Misyon

Dünyanin her yanindaki sosyal girisimciligi gelistirmek.

Felsefi temel

Ashoka, positif sosyal degisimi desteklemenin en etkili yolunun, ulusal ya da küresel olarak uygulanabilir yenilikçi fikirler ve çözümlere sahip sosyal girisimcilere yatirim yapmak oldugu önermesi üzerine temellenmistir.

http://www.ashoka.org/tr/main/tr_home.cfm

Monday, February 28, 2005

Sfumato

İtalyanlar'ın Mona Lisa’nın gülümsemesine verdikleri addır. Bulanık, muğlak, ikircikli anlamlarına gelir.

Tuesday, February 22, 2005

CEMRELER

Cemre, ilkbahara doğru, önce havada, sonra suda, nihâyet toprakta yedişer gün aralıklarla meydana gelen bir sıcaklık yükselişidir. Cemre yanmış kömür parçası, kor anlamına gelir.

Cemrelerin düşmesi Kasım Günleri’ne göre olur. I. Cemre, Kasım’ın 105’inde (20 Şubat’ta) havaya, II. Cemre 112’sinde (27 Şubat'ta) suya, III. Cemre, 119’unda (6 Mart'ta) toprağa düşer.

Cemreler, havaların ısınmaya başladığının ve kışın soğuk günlerini arkada bırakmak üzere olduğumuzun müjdecisidir.

CEMRELER

Friday, February 18, 2005

Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı ve Türk Kadını

İtalyan heykeltıraş Kanonika, Cumhuriyet Anıtı'nı yapmak üzere Roma'da kolları sıvarken, Sanayi-i Nefise Mektebi'nde bir yarışma açılır. Bu yarışmada birinciliği kazanan öğrenci, tüm masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere Kanonika'nın yanına gönderilecektir. Yarışma sonuçlandığında birileri, birinci değil, ikinci olan öğrencinin gönderilmesi için baskı yapmaya çalışır. Bunun nedeni, birinciliği "Sabiha Ziya" adlı 22 yaşında ve bekar bir kızın kazanmasıdır! Dönemin Maarif Bakanı olan ve çok genç yaşta ölümünün Cumhuriyet Türkiyesi için büyük bir kayıp olduğu Mustafa Necati Bey'in ve de Ankara'daki sarışın kurdun araya girmesiyle Sabiha Ziya Hanım, Roma'ya gönderilir. Kanonika, bu olaydan sonra, kadınlarımız 1923 devriminin kendilerine kazandırdığı hakları, özgürlüğü unutmasınlar diye anıta bir kadın yüzü koyar. Dört köşeli anıtın zaferi simgeleyen bayrak açmış askerlerin olduğu iki tarafına dikkatli bakıldığında, askerlerin başlarının üstünde birer kadın maskı bulunduğu görülür. Bu iki kadın yüzünün biri peçelidir ki, Cumhuriyet öncesi kadınını simgelemektedir. Bu cephenin arkasında ise yine aynı kadının yüzü vardır; yalnız, bu sefer peçe kalkmış ve kadının yüzü gülmektedir. Burası da, Cumhuriyet sonrası kadınını simgelemektedir.

Zeynepkamil

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa devrilince, çok sevdiği kızıyla damadı arasına da ayrılık girer. İstanbul'a girişi yasaklanan damat, sürgün hayatı yaşarken, valinin kızı neredeyse her gün kapısını aşındırır Osmanlı Sarayı'nın. Kocasının affedilmesini ve İstanbul'a gelmesine izin verilerek eskisi gibi mutlu bir yaşam sürmelerini isteyen kadının bu dileği kabul edilir sonunda. Uzun bir aradan sonra kavuşan iki sevgilinin hiç çocukları olmaz. Ama onlar, günümüzde çocuk sesleri arasında yatıyorlar!.. Mehmet Ali Paşa'nın kızı Zeynep Hanım ile kocası Kamil Bey bir çocuk hastanesi kurar. Hastanenin bahçesindeki türbede yan yana yatan iki sevgili sayesinde de aşk, İstanbul'un bir semtine ad olur: Zeynepkamil!..

3G

3G, cep telefonunun Internet'e yüksek hızda erişmesine olanak sağlıyor. Bu teknoloji, video ve karmaşık uygulamalar gibi yüksek bant genişliğindeki içerikleri görüntülemeye olduğu kadar görüntülü telefon görüşmelerine de imkan veriyor.

Wednesday, February 16, 2005

Kyoto Protokolü

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi amacıyla Kyoto’da oluşturulan protokol, sanayileşmiş ülkelerdeki sera gazı emisyonlarının indirilmesini hedefliyor. Atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek bir düzeyde durdurmayı amaçlayan protokole göre sanayileşmiş ülkeler, 2008-2012 yılları arasında, iklim dengesi üzerinde tehdit oluşturan başta karbondioksit olmak üzere gaz salınımlarını 1990 yılındaki seviyenin yüzde 5.2 altına çekecekler. Bu sayede sera etkisi azaltılarak küresel iklim değişikliklerinin önlenmesi ve doğal dengenin korunması amaçlanıyor. Protokole bugüne kadar 39’u sanayileşmiş, 140’tan fazla ülke imza koydu. Sanayileşmiş ülkeler arasında yer alan ve atmosfere salınan sera etkisine yol açan gaz salınımından tek başına yüzde 36.1’inden sorumlu olan ABD ile yüzde 2.1’inden sorumlu Avustralya ise protokole halen taraf olmayı reddediyor.

"Eğreti Gelin" Nedir?

Eğreti Gelin'lik, Anadolu'nun belli bir bölgesinde, Osmanlı İmparatorluğu döneminde var olan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da 1935 yıllarına kadar devam ettiği bilenen bir kurumdur.

Toplumun saygıyla karşıladığı bu kurumun üyeleri olan Egreti Gelinler, zamanla oluşan kurallar çerçevesinde, 15-17 yaşları arasındaki erkek çocukları evliliğe hazırlayan bir eğitici konumundadırlar.

Var oldukları dönemle ilgili olarak verdikleri egitimin kaynagı, daha çok İslamiyet'in temel kitabı olan Kuran'daki evlilik, kadın erkek ilişkileri ve cinsellikle ilgili hadisler, ayetler ve bunların daha sonra yapılmış yorumlarıdır.

Çogu kaynaklar bu egitimin, sadece sözlü degil aynı zamanda uygulamalı oldugu yolunda bilgiler vermektedir.

Asıl ilginç olan, günümüzde, batı toplumlarında bile hala tam olarak çözülememiş olan cinsel egitimin; o dönemde, İslami bir toplumda, özgürce kullanılıyor olmasıdır.
Filmimiz, Egreti Gelinliğin kurallarına, duygularına kapılıp ters düşen, bir Egreti Gelin'in hikayesini anlatacaktır...

Çorbacı

ÇORBACI, taşrada halkın Hıristiyan ileri gelenlerine verdiği unvandı. Tarihte Yeniçerilerde Orta adı verilen birliklerin komutanlarına da Çorbacı denirdi. Tayfaların gemi sahibine verdikleri isim de çorbacıydı. Çorbacı kelimesi zaman içinde patron, amir ve argoda rüşvetçi anlamında kullanıldı. Çorba parası ise argoda görevli kimseler için verilen rüşvet anlamı taşıyor.