Sunday, December 13, 2009

Türkiye´ye vize uygulamayan ülke ve özel idare bölgeleri

Antigua-Barbuda,
Arjantin,
Arnavutluk,
Bahamalar,
Barbados,
Belize,
Bolivya,
Bosna-Hersek,
Brezilya,
Ekvador,
El Salvador,
Fas,
Fiji,
Filipinler,
Guetemala,
Güney Afrika Cumhuriyeti,
Gürcistan,
Haiti,
Hırvatistan,
Honduras,
Hong Kong,
İran,
Jamaika,
Japonya,
Karadağ,
Kazakistan,
Kırgızistan,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore),
Kosova,
Kosta Rika,
Libya,
Makau Özel İdare Bölgesi,
Makedonya,
Maldivler,
Malezya,
Mauritus,
Nikaragua,
Palau Cumhuriyeti,
Paraguay,
St. Vincent-Grenadines,
Singapur,
Solomon Adaları,
Sri Lanka,
Suriye,
Svaziland,
Şili,
Tayland,
Trinidad-Tobago,
Tunus,
Tuvalu,
Uruguay,
Ürdün,
Venezuela.

Tuesday, May 26, 2009

Geri dönüşümlü kağıdı evinizde yapın!



Atık kağıtları değerlendirerek yeniden kullanılabilir kağıt elde etmek sadece çevre koruma açısından değil, ekonomik açıdan da çok elverişlidir... Nitekim, yeniden değerlendirilmiş 1 ton atık kağıt sayesinde, 2.3 m² ormandan 17 ağacın kesilmesine gerek kalmamaktadır. Ayrıca sudan 31.787 litre, elektrikten de 4.100 kilowatt tasarruf yapılabilmektedir.


Geri dönüşümlü kağıt yapıyoruz;

Gerekli malzemeler;

  • Eski gazeteler,
  • Bir parça çok ince delikli tel,
  • Birkaç emici bez,
  • Plastik kova ve leğen,
  • Tahta kaşık ya da mutfak robotu,
  • Toz boya (renkli kağıt elde etmek için),
  • Naylon poşet,
  • Ağırlık yapacak herhangi bir malzeme (örneğin kitaplar...)

Yapılışı;

- 1 -

Eski gazeteleri kovaya koyun, su ekleyerek bir gece bekletin. Ertesi günü suyu süzün ve ıslak gazeteleri tahta kaşıkla ya da mutfak robotu ile ezerek hamur haline getirin. Bu aşamada kağıdınızın renkli olmasını istiyorsanız hamura yeterli miktarda toz boya katabilirsiniz.

- 2 -

Kağıt hamurunu leğene koyun ve eşit ölçüde su ekleyip karıştırın. Teli karışımın içine sokup üzerinde kalan hamurla birlikte çıkarın.

- 3 -

Temiz, düz bir yere bir bez serin ve teli kağıt hamurunun bulunduğu yüzey alta gelecek şekilde çabucak bunun üzerine koyun. İyice bastırın ve hamur beze yapışınca kaldırın. Hamurun üzerine ikinci bir bez örtüp tekrar bastırın.

- 4 -

Leğendeki hamur bitene kadar bir kat hamur, bir kat bez koyarak bu işlemi tekrarlayın. En üste naylon poşeti koyun ve ağırlık yapması için kitapları üst üste dizin.

- 5 -

Bir kaç saat sonra kağıtları dikkatle bezlerden ayırın ve iyice kurumaları için eski gazete ya da kağıt havluların üzerine serin. Yeni kağıtlarınız artık kullanılmaya hazırdır.



Kaynak: Tubitak Popüler Bilim Kitapları 64 - Ekoloji



İnsan Gözü Kaç Megapixeldir?

Günlük hayatta "vay be, adamın cep telefonunun kamerası 2.0 mp" ya da bende bir makina var "12 MP" gibi sözler duyarız ve "vay be, teknoloji nerelere kadar geldi" deriz. Hatta bazen "ya bu kamera benim gözümle gördüğümden de net çıkarıyor görüntüleri" falan bile deme cüretinde bulunuruz. İşin aslını yapılan araştırmalar gösteriyor ve bakın teknoloji hala ne kadar aciz; ne kadar basit ve kainata kıyasla ne kadar geride kalmış.Açıklamayı size çeviriyorum:

Gözümüz tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinası değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki fotoalıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinada olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.

Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90’a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farzedelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:

90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.

Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır.Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:

120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.

İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çoook daha fazla çözünürlüğe tekabul eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.

Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP.

Monday, May 25, 2009

ATEŞ -2 : Dinlerdeki Kutsal Alev

Mitler ve efsaneler, yüzyıl­lardır ateşin gücüne ina­nıldığını gösteriyor. Kut­sal ateşe yüzyıllar boyu tapılmış, düşmanları sınamakta ve cezalandırmakta kullanılmıştı. Bu­gün bile dinin ve ruhsal gücün sem­bolü olarak kabul ediliyor...

Cehennem ateşi, ejderhalar, do­ğum günü pastası üzerindeki mum­lar... Bunların hepsi, ateşe tapmanın günümüze kadar kalmayı başarmış sembolleri... Tütün içmenin bile es­kiden dini bir önemi vardı. Ameri­kan yaylalarındaki Komançiler, tü­tünün ilk nefesini "Manitu" denilen Büyük Ruh'a gönderirlerdi. Misso­uri'nin Osage halkı savaşa hazırla­nırken pipo içer ve şu duayı ederdi: "Ateş ve Dünya, benimle tütün için ve düşmanlarımı yenmem için bana yardım edin..."

Zerdüşt dini mensupları, binlerce yıldır ateşin kutsallığına inanıyorlar.

Çünkü, "Bilge tanrı"nın onlar için yeryüzüne indirdiği ateş, sonsuz saflığı ve temizliği simgeliyor...

Ateşin sönmesi kötü şans

Tarihteki kültürlerin çoğu, ocakta­ki ateşin sönmesinin kötü şans geti­receğini düşünüyordu. Bir Kızılderili halkı olan "Iroquois"lar, ateşleri sön­düğünde yok olacaklarına inanıyor­du. Bu tip hikayeler, hiç kuşkusuz ateşin çok değerli olduğu ve yoklu­ğunun toplumun kötülüğü anlamına geldiği dönemlerden kalma halk hi­kayeleri...

Ateş bekçileri

Ateşi her söndügünde yeniden tu­tuşturmak, eski insanların işine gel­miyordu. Bu nedenle, yanmakta olan ateşi sürekli canlı tutmayı tercih edi­yorlardı. İlk başlarda, böylesine sü­rekli yanan bir ateşin görüntüsü son derece doğal karşılanıyordu. Rüzgar­dan, yağmurdan ve hırsızlardan ko­runmuş bir mağaranın kovuğundaki ateşin varlığı, insanların güvenlik duygusunu daha da arttırıyordu. Her kabilede bazı fertler, ateşi beslemek ve korumak üzere görevlendirilmişti. Ateşten sorumlu olan bu insanlar za­manla rahiplerin rolünü üstlendiler; ateşle temsil edilen tanrılar ve insan­lar arasında aracı oldular. İnsanlar mağaralardan çıkıp, kendilerine uy­gun evler inşa etmeye başladıkların­da, ocağı, şefin oturduğu ana binaya taşıdılar.

Maskeli saygı...
Bir Zerdüşt din görevlisi, "Bilge tanrı"nın ateşini kolluyor.
Yüzündeki maske, nefesiyle ateşin kirlenmesini önlemek amacını güdüyor.

Ocak Tanrıçası

Toplu kutsal ateşler, şehirler ku­rulduktan sonra bile korundu. Eski Yunanistan'da, kent ateşi, bakire Ocak Tanrıçası Hestia'ya adanmış tapınakta yakılıyordu. "Prytaneion" adlı bu tapınağa "prytany"ler bakı­yordu. Bunların görevi yeni koloni­lere ateş sağlamaktı...

Romalılar'ın ocak tanrıçası ise Vesta'ydı. Her Roma evinin kendi ocağı olmasına rağmen, kent ateşi de Vesta'nın ilkel yuvarlak bir kulü­be şeklinde olan tapınağında yakılı tutuluyordu. Hükümdarın kızlarını temsil eden 6 bakire, ateşe bakmak­la yükümlüydü. Ocak tanrıçasının ateşi bir şanssızlık sonucu sönerse, kentteki tüm işler dururdu. İşler, ancak ateş yeniden yakılınca yeniden başlayabilirdi.

İçlerinde Avrupa kültürlerinin de bulunduğu pek çok eski kültür, mo­dern çağlara gelinceye kadar ateşle­rini sürekli canlı tuttu. Geçtiğimiz yüzyılda, Westfalyalı çiftçiler, tüm yıl boyunca içten içe yaktıkları meşe kütüğünü, Noel zamanı tarlalara ser­perlerdi. "Yule kütüğü" geleneği de buna benziyordu. Güneşin dönüşünü simgeleyen yeni bir kütük, eski kütü­ğün közleriyle yakılıyordu.

Günümüz inançlarında da ateş hala canlı

Bu gelenekler her ne kadar moda­sı geçmiş gibi görünseler de, ateşin pek çok dini törenin bir parçası oldu­ğu gerçeğini vurguluyor. Hıristiyan kiliselerinin altarlarında mumlar ya­kılıyor, Tibet Budistleri yağ lambala­rını, Yahudiler de Fısıh bayramların­da "menorah" denilen 7 kollu şamdandaki mumları yakıyorlar. Alevler ısıdan çok ışığı sembolize etse de, tütsü yakma töreninin temelinde, ocak altarında yiyecek sunu­lan evrensel pagan adeti yatıyor.

Agni'ye hürmetler...
Hem kutsal hem de varoş bir ortamda Hintli Brahman, Hindu Ateş Tanrısı Agni'ye saygılarını sunuyor...

Hindistan ve Zerdüştler

Bugün Hindistan'da, Brahman ai­lelerinin sönmeyen kutsal ateşi yak­maları gerekiyor. Bu ateş, 3.500 yıl önce, "Ariler" tarafından Hindistan'a getirilen Ateş Tanrısı "Agni"ye adanmıştı. Batıda, Agni'nin Sanskrit adı Latince "İgni" olarak devam etti­rildi. İngilizce "ignition" (tutuşturma. ateş alma) kelimesinin kökünde de işte bu ateş tanrısı yatıyor...

Hindistan, aynı zamanda Zerdüşt­çülüğün de anayurdu... Zerdüştler'in ateşe taptığı iddiası bir çarpıtma olsa da, ateşi kutsal bir varlık olarak gör­dükleri bir gerçek. Onlara göre ateş, cennetten tanrı tarafından indirilmişti ve sonsuz aleve bakmak, Zerdüşt ta­pınak ritüelinin önemli bir parçasıy­dı. Ateşin insanlar tarafından kirletil­memesi gerekiyordu. Bu nedenle tü­tün içmek ve ateşi söndürmek yasak­tı. Cesetleri yakıp gömmelerine de izin verilmiyordu.

Eski Ahit

Eski Ahit'teki, Abraham, kana su­samış Ateş Tanrısı Moloch'u hiddet­le suçlamıştı. Ancak, Yahudi ve Hı­ristiyan geleneklerinde ateş, tanrının gücünü ve öfkesini simgeliyordu. Yehova'nın, Musa Peygamber'e Sina Dağı'nda verdiği emirlerde, "onun üzerine ateşle indi ve dumanı aynı bir fırın dumanı gibi çıktı" kelimeleri kullanılmıştı. Sodom ve Gomora'yı cezalandırdığında, onu kükürt ve ateşle yok etmişti.

Ezekiel'in, putperestlerin, tanrının öfkesinin ocağında eriyecekleri ko­nusundaki uyarısı, Ortaçağ Hıristi­yan papazları tarafından çok güzel anlatılıyordu. Bir Cizvit papazı şöyle demişti; "Lanetlenmiş herkes kızgın bir fırın gibi olacak, dışarıda sıcak­lıktan parlayacak, kirli kan ise da­marlarında kaynamaya devam ede­cek..." Bu sözlerden cesaret alan En­gizisyon, lanetlenmiş günahkarları kazığa bağlatıp yakarak, onlara ce­hennemde kendilerini bekleyen iş­kencelerden bir kısmım tattırmıştı...

Zerdüştler kutsal ateşi yakıyorlar...

Aslında ateşe tapmayan Zerdüştler, onu "dini olmayan işlerde kullanılmayacak kadar kutsal'' kabul ediyorlar. Bu nedenle ölülerini asla yakmıyorlar. Cesedi ortadan kaldırmak için akbabalara atıyorlar...

Ateşle yargılama, iyiyi kötüden ayırmak için kullanılan eski bir yön­tem...

Ateş üzerinde yürüme ritüeli İspanya, Yeni Zelanda, Bulgaristan ve Tahiti gibi yerlerde hâlâ uygulanı­yor. Bir başlangıç ayini ve masumi­yet sınavı olarak görülen ateş üzerin­de yürüme, düşüncenin madde üze­rindeki zaferi olarak nitelendiriliyor.

Peki gerçekten öyle mi?

Ateşlerin üzerinden yara almadan geçebilmek, doğaüstü güçlerden çok bilimsel prensiplerle açıklanıyor. İnsan doku­sunun ana maddesinin su olması, bu mucizevi olayın temelinde yatan önemli bir etken...

Suyun geniş bir ısı kapasitesi var. Bu nedenle, ayağın yaralanacak ka­dar ısınması için, ayağa çok miktar­da enerji transfer edilmesi için gere­ken sürenin geçmesi gerekiyor. İnce, kırmızı renkli kömür tabakasının, tahmin edildiğinden daha az enerjisi var. Üstelik, ateş üzerinde yürüyen­ler de bunların üzerinde o kadar uzun süre kalmıyorlar.

Bu cesur insanlar, "Leidenfost etkisi"yle de korunuyor olabilirler. Bu etki, sıcak bir yüzeye su damlatılarak da gözlemlenebiliyor. Damlanın yü­zeyle temas ettiği kısmı, bir gaz ta­bakası oluştururak anında buharlaşı­yor. Bu gaz tabakası, damlaların kaymasına izin veriyor ve bir bariyer görevi yaparak enerjinin kolayca ak­masını engelliyor. Ateş üzerinde yü­rüyen kişinin tabanındaki nem de buna benzer bir etki yaratıyor olabi­lir. Çünkü, ateş üzerinde yürütme ayinleri genelde, otların çiy nedeniy­le ıslak olduğu geceleri açık havada yapılıyor... Bu nedenle, ateş üzerinde yürümeyi evde denemek pek de mantıklı bir şey olmasa gerek...


Hazırlayanlar : merakediyorum grubu merakediyorumgrubu@gmail.com, kerem krmhby@hotmail.com, bahadircan
Kaynak : Focus - Kasım 1996 sayısında "Ateş" başlığı ile yayınlanan yazıdan alınmıştır.

Monday, May 18, 2009

ATEŞ -1 : Ve İnsan Ateşi Yaktı

İnsanoğlu ilk ateşi 750.000 yıl önce işler duruma getirdi. An­cak, ateşin ne olduğu sorusunun gerçek cevabını ancak geçtiği­miz 300 yıl içinde bulabildik...

İnsanın eski çağların karanlığından kurtuluşu ateşin bulunmasıyla oldu. Ateşin ilk kez ne zaman kontrol altı­na alındığınıysa kimse bilmiyor. Fransa'daki Escale Mağarası'nda bu­lunan eski ocaklar, modern insanın atası olan "Homo erectus"un 750.000 yıl önce ateşi kullandığını gösteriyor. Ateşle birlikte, insanlık ısındı ve ay­dınlandı. Vahşi hayvanlardan korun­masını öğrendi. Ve ateşi tarlaları te­mizlemede kullandı. Çeşitli uygarlık­lar, ateşi kullanmasını öğrenerek çe­şitli aletler ve çanak çömlek yapmayı başardılar, metalleri erittiler. Endüstri çağında ise ateş, mekanik işlerde kul­lanıldı.

İleri teknolojiye doğru atılan ilk ve en önemli adım, hiç kuşkusuz ateşin kontrol edilebilmesiydi... İlk insan için ateş, kendilerine sadece yıldırım, orman yangını ve lav şeklinde sunulan kutsal bir armağandı... Kendileri ateş yakamadıklarından, ilk insanlar yavaş yanan kütüklerle ya da kaplardaki odunkömürüyle ateşi sürekli canlı tutuyorlardı.

Bu büyük ihtimalle ikinci bir buluştu ve taştan tahtadan aletler yaparken tesadüfen ortaya çıkmıştı. İlkel toplumlar üzerinde yapılan araştırmalar, ilk ateş yakma yönteminin "sürtme" olduğunu gösteriyor.

Eskiden Avrupalı köylüler, bir boşluğa tahtadan bir delgi koyar ve elleriyle bunu döndürürlerdi. Bu işlem, delginin çevresine bir ip sarıp, her iki taraftan çekerek hızlandırılıyordu.

Yakan camlar

Eski Yunanlılar, güneş ışınlarını yoğunlaştırmak için mercek ve içbükey aynalar kullandılar. Oyun yazan Aristophanes. MÖ. 423 yılında yazdığı sanılan "Bulutlar" adlı oyununda, yanan merceklerden söz ediyordu. Bundan 200 yıl sonra Arşimet, Sirakuza kuşatmasında Roma gemilerini yakmak için bir ayna kullanmıştı. Yakan camlan Meksika Aztekleri ve Çinliler de biliyorlardı.

Alevlerin gardiyanı...

Bir Paskalya Adası yerlisi ateşi seyrediyor. İnsanın var olabilmesinin önemli bir desteği olan ateş, korumaya, gözetmeye değer bir güç... Modern çağlara gelinceye kadar, yay ve delgi kullanımı gibi ateş yakma yöntemleri büyük ustalık gerektiriyordu...

Vurarak ateş yakma

Vurarak ateş yakma yöntemleri Taş Devrine kadar uzanıyor. Taş Devri insanları, taşlan birbirine vurarak kıvılcım çıkarmayı öğrenmişlerdi. Bu teknik, 5.000 yıl önce demirin bulunmasıyla daha etkili hale geldi. Kuzey Amerika kıtasının en kuzeyinde yaşayan Eskimolar, kuvars ile kükürt içeren demirli piriti birbirine vurarak yavaş yanan bir kıvılcım çıkarmışlardı. Çinliler ise ateşlerini porselen ile bambuyu birbirine sürterek yakıyorlardı. Avrupa'da, 19. yüzyılın ortalarına kadar en etkili ateş yakma yöntemi, çelik, çakmaktaşı ve kav kullanılarak yapılandı.

Değerli armağan ateş, elden ele dolaşıyor...

Papua-Yeni Gineli kadınlar, kor halindeki kütükleri elden ele geçiriyorlar.

Ateş yakmanın zor olduğu durumlarda en önemli kural, yanan ateşin tamamen sönmesini engellemekti.

İnsanlar ateşe gözleri gibi bakıyorlardı. Korlar ise değerli tohum görevi görüyordu...

Ateş yakmada devrim, fosforun bulunmasıyla oldu

1669 yılında bir Alman simyager, gümüşü altına çevirmeye çalışırken şans eseri fosforu ayrıştırdı. Elementin yanma özelliğinden etkilenen bazı 17. yüzyıl kimyagerleri, bunu ateş yakma araçlarının üretiminde kullandılar. Ancak, ortaya çabuk alev alan ve tehlikeli maddeler çıktı. Fosforun çok az bir miktarının bile çok pahalıya satılması nedeniyle ilk kibritler de çok kıymetliydi.

Kibrit denemeleri

Pratik bir kibrit yaratabilme araştırmaları 1781 yılında, bir grup Fransız kimyagerin "fosforlu mum" ya da "eterik kibriti" bulmasından sonra başladı. Fransızlar'ın buluşu, içinde ucu fosfora batırılmış bir kağıt bulunan kapalı cam tüpten ibaretti. Tüp kırıldığında, içeri hava giriyor ve fosforun kendini yakmasını sağlıyordu. Amerika'da kullanılan ve ilkinden daha zararlı olan bir başka buluş da, sülfürik asit dolu bir şişeydi. Sülfürik asitin içineyse kimyasallarla işlemden geçirilmiş ufak kibrit çöpleri atılmıştı.

İlk kibrit

Günümüzün kibritlerine benzeyen ilk kibritler, 1827 yılında İngiliz eczacı John Walker tarafından yapıldı. O da formülü, askeri roketler yapan Congreve adlı birinden almıştı. Her kutusu 1 şiling olan "Congreve"ler. sülfürle kaplanmış ve ucu potasyum klorüre bulanmış kibrit çöpleriydi. Bunları yakmak için, katlanmış zımpara kağıdına hızlıca sürtmek gerekiyordu.

Walker, buluşunun patentini almadı. Böylece, üç yıl sonra buluşu Samuel Jones tarafından taklit edildi ve ürün piyasaya "Lucifers" adıyla çıktı. Aynı tarihlerde. Charles Sauria adlı Fransız kimyager, nereye sürtülürse yanan ilk kibriti buldu. Bunu. Walker'ın formülündeki potasyum klorür yerine, beyaz fosfor kullanarak başarmıştı. Ancak, beyaz fosforun öldüren bir zehir olması her şeyi değiştirdi. 1845 yılından sonra bu yeni buluşun dumanını mecburen koklayan insanlarda çene kemiği,"nekroz"a uğrayarak çürüyordu. Beyaz fosforun yasaklanması 1906 yılını buldu...

Güvenli kibrit

Bu, İsveçli kimyacı Pasch'ın zehirli olmayan kırmızı ya da amorf fosforu bulmasından 62 yıl sonraydı. Oysa. Pasch'ın buluşu, 1855 yılında vatandaşı J. E. Lundstrom ta­rafından piyasaya sunulmuştu. Lundstrom'un kibritleri emniyetliy­di; çünkü, kırmızı fosfor zehirli bir madde değildi. Bu madde, bir kibri­tin ucu yerine, yanma derecesi 182 gibi yüksek olan potasyum klorür içeren bir yüzeye sürülmüştü.

Amerika, kibrit teknolojisinde ve güvenlik standartlarında, Avru­pa'nın arkasında kaldı. Güvenli kib­ritler için ilk girişim 1900 yılında oldu. Diamond Match şirketi, Fran­sız patentini alarak işe koyuldu; ama bu formül pek işe yaramadı. Çünkü Amerika'daki iklim koşulla­rı. Avrupa'dakinden hayli farklıydı. Fransız patentinin, bir bilimadamı tarafından Amerika koşullarına uy­durulması 11 yıl aldı.

Amerikalılardan kibrit paketi

Bununla birlikte, Amerikalılar da, kibrit teknolojisinde ve pazarlama­sında pek çok ilke imza attılar. 1892 yılında, Diamond Match şirketi, ilk kibrit paketlerini piyasaya sunarak bu konuda öncülük yaptı. Bu buluş, 1896 yılından sonra, kibritler, kibrit kutularında sunulana kadar geçile­medi. Bugün, Amerika'da hâlâ yay­gın olarak kibrit paketleri kullanılı­yor. Bunların yüzde 90'ı da otellerde ve restorantlarda bedava olarak sunuluyor.

Diğer Amerikan buluşlarına ge­lince... Kullanılan özel bir solüsyon, kibritin yakıldıktan sonra içten içe yanmaya devam etmesini önlüyor. Bir de suya dayanıklı kibritler var. Bunlar, 8 saat su içinde kalsa bile yanabiliyor.

Rum ateşinin dehşeti...

İlk kez 7. yüzyılda kullanılan Rum ateşi, doğal petrol,

zift ve diğer maddelerin karışımından oluşuyordu.

Asıl başarısı düşmanı paniğe sokmak olan Rum ateşi,

mancınıklar yardımıyla düşmanın üzerine atılıyordu...

“Rum ateşi”nden, ateş topu güllelere… Molotof kokteyli’nden bombalara…

Barut bulunmadan önce, savaşlarda basit kundakçılık aletleri kullanılıyor­du. M.Ö. 31 yılında Romalılar, Marcus Antonius ve Kleopat­ra'yı, gemilerine ya­nan mangal kömürü ve zift atarak yenmiş­lerdi.

Katı yakıtlarla ya­pılan yakıcı madde­lerle ilgili en önemli sorun, zor tutuşmala­rı ve çabuk sönmele­riydi. Bu problem, doğal petrol, zift ve sülfür karışımı olan "Rum ateşi"nin bu­lunmasıyla çözüldü. Rum ateşi, değdiği her yere yapışıyordu. Yunanlılardan, Müslü­manlar on­ların bu sırrını öğren­diler ve Haçlılar'a karşı kullandılar. Rum ateşini Avru­pa'ya getiren Haçlılar oldu. Çinliler de buna benzer bir karı­şım kullanmışlardı. Amerikan İç Sava­şı'nda, kömür katranı ve neftyağı karışın­dan oluşan bir sı­vıdan yararlanıldı.

Tahta savaş gemi­leri için en büyük teh­like hiç kuşkusuz ateşti. Özellikle de gülleler ateş topları halinde gemilere düştüğünde... Alev makinelerinin ilk kul­lanıldığı kara savaşı Birinci Dünya Sava­şı'ydı. Molotof koktey­li, 1940 yılında Rus­lar'a karşı kullanıl­mıştı. Kundak bom­baları ise ancak ikinci Dünya Savaşı'nda kullanıldı. Bu bomba­lar elbette ki son de­rece vahim sonuçlar doğurdu...


Hazırlayanlar : merakediyorum grubu merakediyorumgrubu@gmail.com, kerem krmhby@hotmail.com, bahadircan
Kaynak : Focus - Kasım 1996 sayısında "Ateş" başlığı ile yayınlanan yazıdan alınmıştır.

Tuesday, May 05, 2009

Yeni Bir Savaşa Doğru Vietnam Türkçe

alt

Yıl 1954, 2. Dünya Harbinden 9 yıl sonra Fransız işgal kuvvetleri Vietnam ı işgal eder. Donanımlı Fransız ordusuna karşı, anayurdu kararlılıkla savunan Vietnam halkı Dien Bien Phu yani küçük cehennem de işgalci Fransız ordusunu geri çekilmek zorunda bırakır. Fransız ların boşalttığı Vietnam a bu defa Amerikan ordusu girer, bilinmeyen yakın tarih.

http://rapidshare.com/files/227386429/yeni_bir_savasa_dogru_vietnam.part1.rar
http://rapidshare.com/files/227388273/yeni_bir_savasa_dogru_vietnam.part2.rar"

Japon Ordusunun Bozgunu (VCD) Türkçe

alt

alt

Japon İmparatorluğunun 1. Dünya savaşından itibaren silahlanması ve 2. Dünya savaşı sonunda büyük bozguna uğramasının gerçek tarihi. Bilinmeyen dökümanlarıyla ilk kez gün ışığında.

http://rapidshare.com/files/226175628/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part1.rar
http://rapidshare.com/files/226183050/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part2.rar
http://rapidshare.com/files/226188681/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part3.rar"

Dünya 2007 - Ansiklopedik Bilgi Kaynağı - DVD

Dünya 2007 | Ansiklopedik Bilgi Kaynağı | DVD | 2.42 Gb
http://rapidshare.com/files/227189213/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part01.rar
http://rapidshare.com/files/227207416/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part02.rar
http://rapidshare.com/files/227221330/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part03.rar
http://rapidshare.com/files/227239404/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part04.rar
http://rapidshare.com/files/227253023/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part05.rar
http://rapidshare.com/files/227265019/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part06.rar
http://rapidshare.com/files/227278628/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part07.rar
http://rapidshare.com/files/227289778/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part08.rar
http://rapidshare.com/files/227302880/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part09.rar
http://rapidshare.com/files/227312245/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part10.rar
http://rapidshare.com/files/227323588/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part11.rar
http://rapidshare.com/files/227331632/Dunya_Ansiklopedik_Bilgi_Kaynagi.part12.rar
Dünyamızı, kıtaları ve ülkeleri anlatan "DÜNYA 2007" yazılım seti, etkileşimli özellikleri ve tamamen görsel içeriği ile binlerce sayfadan oluşan en kapsamlı ve güncel bilgi kaynağıdır.

KAPSAM
"DÜNYA 2007" yazılım setinde, dünyamızın bütün kıtaları ve ülkelerini bir arada ve tek bir kutu içinde bulacaksınız. Kıtaların fiziksel ve siyasi haritaları ile tarihsel ve toplumsal özelliklerine ve her bir kıtada bulunan yüzlerce ülkeye de bir tıklamayla ulaşabileceksiniz. Bu kadar kapsamlı bir kaynağı hiç görmediniz; çünkü binlerce sayfadan oluşan bu seti bir kitap olarak basmak olanaksızdır.

IÇERIK
"DÜNYA 2007" setinde kıtalar ve ülkeler çok ayrıntılı bir şekilde ve tamamen görsel olarak anlatılmıştır. Her ülkenin konumunu; siyasi ve toplumsal tarihini; üç boyutlu fiziksel haritaları; uydu görüntülerini; ülkenin coğrafi yapısı ve gündelik yaşamını anlatan çok sayıda video filmi ve fotoğrafı; her ülkenin kullandığı paraları, pulları, bayrağı ve milli marşlarını bu yazılım setinde bir arada bulacaksınız
.

GENEL AMAÇLI
"DÜNYA 2007" yazılım seti genel amaçlı hazırlanmıştır. Evde, okulda ve işyerlerinde başvurabileceğiniz Türkçe ansiklopedik bir kaynaktır. Özellikle ilk ve orta öğretim öğrencilerinin çok ihtiyaç duyduğu güncel ve kapsamlı kaynak gereksinimini karşılayacak en ciddi eserdir. Bu eser, çocuklarınızın bütün bir öğrenim yaşamı boyunca her yıl başvuracakları en güvenilir ve görsel kaynak olacaktır.


GÜNCEL KAYNAK
"DÜNYA 2007" yazılım seti en güncel Türkçe kaynaktır. Dünyada çok sık değişen veriler 2007 yılı için en güncel haliyle hazırlanmıştır. Dünya üzerinde bulunan yüzlerce ülkenin her an değişen sınır, bayrak, ülke adı, yönetim kadrosu, nüfus, ekonomik veriler ve doğal yaşamı en güncel haliyle bu sette yer almaktadır.

YENI MÜFREDAT
2006 yılında uygulanmaya başlanan ilköğretim ve ortaöğretim kurumları ders programları (müfredat) öğrencilerin bilgiyi ezberlemesini değil; araştırmasını ve keşfetmesini temel almaktadır. Ancak, öğrencilerimizin araştırma yapıp, keşfedecekleri kadar kapsamlı Türkçe kaynak bulmak olanaksızdır. "DÜNYA 2007" yazılım seti, işte bu nedenle çok önemli ve özeldir.

EVRENSEL
Artık her açıdan küresel bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme ise evrensel ve küresel bilginin daha değerli olduğu bir süreç demektir. Başka ülkeleri ve toplumları tanımak; evrensel bilgi dağarcığına sahip olmak ve farklı olanların farkını bilmek bugünün ve geleceğin en değerli sermayesi olacak. Çünkü çocuklarımız küresel bir dünyada çalışacak ve rekabet ederek başarılı olmaya çalışacaklar.

DIJITAL
Son on yıl yazı, fotoğraf, film, harita, ses gibi her türlü bilginin tamamen sayısallaştığı dönem oldu. "DÜNYA 2007" yazılım seti, tamamen dijital (sayısal) teknolojiler kullanılarak hazırlanmıştır. Bu nedenle "DÜNYA 2007" yazılım setinde fotoğraflar bu kadar renkli; sesler bu kadar gerçekçi ve filmler bu kadar zengin olabiliyor.

KÜTÜPHANE
"DÜNYA 2007" yazılım seti, bir kitap değil birçok kitaptan oluşan bir kütüphanedir. Bu kapsamlı yazılım seti içinde, dünya ve ülkelerin haritalarından oluşan bir ATLAS; dünya ülkelerinin sık değişen bilgilerinden oluşan bir ALMANAK; bütün ülkelerin doğal yaşamı, insanları ve kültürünü yansıtan FOTOĞRAF ALBÜMÜ; bütün ülkelerin paraları ve pullarını bir araya getiren bir KOLEKSIYON; bütün ülkelerin milli marşlarını bir arada sunan bir AUDIO CD; bütün ülkelerin bayraklarını ve devlet armalarını (açıklamalarıyla birlikte) bir arada bulunduran bir ARAŞTIRMA ve setin içinde bulunan her konudaki (Avrupa Birliği, vb. gibi) çok sayıda KITAPÇIK VE BÜLTEN bulacaksınız. Bir başka deyimle, bir kitap değil, bir KÜTÜPHANE.

ÖZGÜN, TÜRKÇE

"DÜNYA 2007" yazılım seti, tamamen özgün ve tamamen Türkçe hazırlanmış ve seslendirilmiştir. Bu sette, özgün ve evrensel bilgi, özgün bir tasarımla taçlandırılmış ve orijinal görsel dekorla zenginleştirilmiştir. Bu set, Türkiye'de yayınlanan az sayıdaki uluslar arası standarttaki yayından biri olma özelliğine sahiptir.

Sunday, April 12, 2009

Filmlerde ki Sunum İsimlerindeki Teknik Terimler ve Anlamları

Unrated : Normal filmde belirlenen sürelerden çok daha uzun veya biraz daha uzun olabilir.Örneğin , bir filmin süresi normal şartlarda 95 dakika olsun. Unrated versiyonlarda bu süre 97 dakikaya ya da 105-110 dakikalara veya daha fazlasına çıkabilir. Ayrıca , Unrated sürümlerde kesilmiş sahnelere de yer verilmiş , herhangi bir sansür kesinlikle uygulanmamıştır.O yüzden kanlı sahnelere veya cinsel içerikli sahnelere “fazlasıyla” rastladığınızda uyarmadı demeyin.

X264 : Yeni teknoloji bir sıkıştırma yöntemi kullanılıyor.Bir çeşit çözücü.HD filmlerde görebilirsiniz.MKV uzantılı dosyaları barındırıyor genellikle.Kodek türü denebilir.Bir ve birden çok altyazıyı videoya yapıştırmaz , tek bir dosya içinde barındırabilir.Ancak altyazı senkronu yaparken ben çok zorlanmıştım bu X264′e. Bilmiyorum sizde nasıl olur ama. X264 uzantılı dosyaları açabilmeniz için özel kodek veya kodek paketleri(K-lite önerimdir) bulundurmanız gerekiyor.Forumumuzda X264 ile ilgili detaylı başlıklar bulunmakta.

HD-DVD : Yüksek kaliteli videolar için kullanılıyordu. Ancak BluRay ile olan rekabetini kaybettiği için geliştirilmesi Toshiba tarafından durdurulmuştur.Daha doğrusu Toshiba’nın HD sürücü vb ürünlerinin üretimini durdurması HD-DVD’yi yapan firmaların rekabeti kaybettiklerini açıklamasıyla bu iş sona ermiştir.

Blu-ray : Yüksek kaydetme kapasitesiyle çok kaliteli videoların dağılması için kullanılan üstün bir teknoloji.Riplenmemiş halinin BluRayDisc halinde sunulup boyutlarının 25 GB – 40 GB arasında değişebildiğini görebiliyoruz.Yazılabilmesi için BluRay Yazıcı , BluRay Oynatıcı bir sürü ıvır zıvır gerekiyor. BluRay’in riplenmiş ismi BRRip veya BDRip şeklinde geçebilir.Boyutları küçük sayılabilecek(max 2.5 GB) ve Divx oynatıcıların dostu BRRip-AFR sunumlar var mesela ya da 720P olarak geçen BluRayRipler var.

720P : High Definition yani çok yüksek kalitede video dosyalarıdır. Çalıştırmak için iyi bir sisteme sahip olmak gerekir.Eğer HD izleyecek ekipmanınız varsa izlenmesi oldukça keyiflidir.Çözünürlüğü 1280×720′dir.Boyutları genelde 4 GB kadardır. Ancak yüksek boyutlu olabilenleri de vardır.Filmdeki sahnelere , süresine göre her şey değişebilir.BluRay’den riplenmiştir.

1080P : 720P’den çok daha iyisini düşünün. Çözünürlüğün 1920×1080 olduğunu da unutmayın.Genellikle 8 GB kadar boyutu var. Yine süreye , kaliteye , sahnelere vb faktörlere göre boyut değişilik gösterebilir.Orijinal BD’den riplenmiştir.

1080i : Yüksek çözünürlüklü video türü.Geniş ekran TV’lerde hep görüyoruz bu ifadeyi.720P’ye göre çok daha keskin ve güzel görüntüler elimize veriyor. 16:9 ekranı da desteklemekte.AC3/DTS desteği de var.

Director’s Cut : Çıkarılmış sahneler içerir. Yönetmen tarafından bizzat yapılır. Yönetmenin sözlerine yer verilir.Tamamen yönetmen kesip biçmesi.Yönetmen kendi isteği doğrultusunda filmi ayarlar.Sanki baştan düzenlenmiş gibi hissedersiniz.

Extended : Sinemalara çıkan filmlerde göremeyeceğiniz sahneleri bulunduruyor.

Anniversary Edition: Eskisiyle büyük farklar gözlemlemeyiz. Yeni sahneler sıklıkla eklenmez. Zaten bir filmin 20.senesi falan olunca piyasaya çıkıyor.

Uncut: Unrated ile benzer nitelik taşır. Sinemalara girerken mesela cinsel içeriği , küfürü veya vahşeti/korku öğeleri nedeniyle bazı filmlere yaş sınırı konulduğunu görüyoruz.Ancak UNCUT sürümlerde bu sınırlara neden olan sahneleri görebilirsiniz.

Theatrical Cut : Film sinemalarda nasıl gösterildiyse o şekilde.

Extended Uncut :
Extended ve Uncut için verdiğim tanımlara bakın. Sonra bu tanımların birleştirildiğini düşünün. İşte Extended Uncut o dur.

Special Edition : Kısaltması SE şeklinde verilir. Bazı “özel” şeylerin ( sahne arkası konuşmalar ,kostümler vs) verilebileceği bir sürümdür.

Limited Edition : Kısaltması LE şeklinde belirtilir. Sınırlı sayıda piyasalara CD/DVD olarak çıktığının göstergesidir.

Alternate End’s : Alternatif son demek. Mesela bir filmin sonu kötü bitiyorsa , alternatif bir son çıkarılır bazı filmlere. O sonda da iyi bitirirler filmi.

VC1 :
BluRay/720P/1080P sunumlarda görebileceğiniz bir terim.

Sunday, March 29, 2009

Mesir Macununun Tarihçesi

1522 yılında Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan hastalanınca, dönemin ünlü hekimi Merkez Efendi, 41 çeşit baharatı karıştırarak elde ettiği ürünü Sultan'a yedirdi. Bir süre sonra iyileşen Ayşe Hafsa Sultan, bu macunun her yıl aynı dönemde üretilerek halka saçılmasını buyurdu. Bunun üzerine her yıl nevruz günü 41 çeşit baharat karılarak hazırlanan mesir macunu, Manisa'daki Sultan Camisi'nin kubbe ve minarelerinden halka saçılıyor. 469 yıldır içeriği bozulmadan hazırlanan mesir macununun içinde şu baharatlar bulunuyor:

Tarçın, karabiber, yeni bahar, karanfil, çörek otu, hardal tohumu, anason, kişniş, zencefil, tarçın çiçeği, zerdeçal, HİNDİSTANcevizi, rezene, kebabiye, sinameki, sarı halile, vanilya, darıfülfül, kakule, havlıcan, zulumba, hıyarşembe, safran, iksir, kimyon, galanga, çam sakızı, mirsafi, meyan balı, şamlı şaşlı, limon kabuğu, kremtartar, zağfiran, udülkahır, çöpçini, eskir, tiryak, ravend, limon tuzu, tekemercini tohumu, günbalı.

Sunday, February 15, 2009

Soğan neden ağlatır?

Soğanı kestiğimiz zaman aynı zamanda soğan hücrelerini de keseriz. Soğanı kestiğimiz zaman normalde soğan hücreleri içinde yer alan enzimler serbest kalır. Bu enzimlerden birisi olan allinaz (Allium'dan, soğanın latince isminden gelir), daha sonra hücrelerin kesilmesiyle salınan 'Prensco' diye bilinen sülfürlü bileşiklerle reaksiyona girer.

Bu reaksiyon propenilsülfirik asit oluşmasıyla sonuçlanır ki bu daha sonra LF-sentez enzimi ile propanethial s-oksit gazına dönüşür. Bu gaz ayrıca, LF-sentez enzim ( Lachrymatory Factor sentezleyen enzim) yani orjinal adıyla Lachrymatory Factor (ağlama faktörü) olarak bilinir.

Bu gaz kararsızdır ve su ile reaksiyona girerek sülfirik asit meydana gelir. Bu durum gözlerde gerçekleştiğinde, gözler büyük miktarda su üreterek asidi nötr hale getirir ve böylece bizi ağlamaklı yapar.

Yeşil soğan niye ağlatmıyor?
Soğan familyasından gelen sarımsak ve taze yeşil soğan da kesildiğinde sülfirik asit meydana getirir fakat ağlama etkisi yaratmaz çünkü daha az LF-sentez enzimi ortaya çıkar.

Peki gözlerimizin sulanmaması için ne yapmalıyız?

Soğan keserken ağlamamak için ne yapmamız gerekiyor? İşte size birkaç formül...

1. Yöntem: Soğanı kesmeden yarım saat önce buzdolabına koyun. Bu yöntem soğanın içindeki reaksiyonu değiştirdiği için ağlama etkisini de en aza indiriyor.

2. Yöntem: Soğanı doğrarken çok hızlı davranın. Gaz gözünüzle temas etmeden kesme işini halledin.

3. Yöntem: Ağzınıza bir parça ekmek alın. Böylece göz yakıcı enzimleri bu ekmek içine çekebilir.

4. Yöntem: Soğan doğrarken sakız çiğneyin. Böylece ağzınızdan nefes alırsınız. Gözleriniz de yanmaz.

5. Yöntem: Soğanı akan suyun altında doğrayın...