Sunday, December 13, 2009
Türkiye´ye vize uygulamayan ülke ve özel idare bölgeleri
Arjantin,
Arnavutluk,
Bahamalar,
Barbados,
Belize,
Bolivya,
Bosna-Hersek,
Brezilya,
Ekvador,
El Salvador,
Fas,
Fiji,
Filipinler,
Guetemala,
Güney Afrika Cumhuriyeti,
Gürcistan,
Haiti,
Hırvatistan,
Honduras,
Hong Kong,
İran,
Jamaika,
Japonya,
Karadağ,
Kazakistan,
Kırgızistan,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore),
Kosova,
Kosta Rika,
Libya,
Makau Özel İdare Bölgesi,
Makedonya,
Maldivler,
Malezya,
Mauritus,
Nikaragua,
Palau Cumhuriyeti,
Paraguay,
St. Vincent-Grenadines,
Singapur,
Solomon Adaları,
Sri Lanka,
Suriye,
Svaziland,
Şili,
Tayland,
Trinidad-Tobago,
Tunus,
Tuvalu,
Uruguay,
Ürdün,
Venezuela.
Tuesday, May 26, 2009
Geri dönüşümlü kağıdı evinizde yapın!
|
İnsan Gözü Kaç Megapixeldir?
Gözümüz tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinası değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki fotoalıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinada olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.
Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90’a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farzedelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:
90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.
Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır.Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:
120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.
İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çoook daha fazla çözünürlüğe tekabul eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.
Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP.
Monday, May 25, 2009
ATEŞ -2 : Dinlerdeki Kutsal Alev
Mitler ve efsaneler, yüzyıllardır ateşin gücüne inanıldığını gösteriyor. Kutsal ateşe yüzyıllar boyu tapılmış, düşmanları sınamakta ve cezalandırmakta kullanılmıştı. Bugün bile dinin ve ruhsal gücün sembolü olarak kabul ediliyor...
Cehennem ateşi, ejderhalar, doğum günü pastası üzerindeki mumlar... Bunların hepsi, ateşe tapmanın günümüze kadar kalmayı başarmış sembolleri... Tütün içmenin bile eskiden dini bir önemi vardı. Amerikan yaylalarındaki Komançiler, tütünün ilk nefesini "Manitu" denilen Büyük Ruh'a gönderirlerdi. Missouri'nin Osage halkı savaşa hazırlanırken pipo içer ve şu duayı ederdi: "Ateş ve Dünya, benimle tütün için ve düşmanlarımı yenmem için bana yardım edin..."
Zerdüşt dini mensupları, binlerce yıldır ateşin kutsallığına inanıyorlar.
Çünkü, "Bilge tanrı"nın onlar için yeryüzüne indirdiği ateş, sonsuz saflığı ve temizliği simgeliyor...
Ateşin sönmesi kötü şans
Tarihteki kültürlerin çoğu, ocaktaki ateşin sönmesinin kötü şans getireceğini düşünüyordu. Bir Kızılderili halkı olan "Iroquois"lar, ateşleri söndüğünde yok olacaklarına inanıyordu. Bu tip hikayeler, hiç kuşkusuz ateşin çok değerli olduğu ve yokluğunun toplumun kötülüğü anlamına geldiği dönemlerden kalma halk hikayeleri...
Ateş bekçileri
Ateşi her söndügünde yeniden tutuşturmak, eski insanların işine gelmiyordu. Bu nedenle, yanmakta olan ateşi sürekli canlı tutmayı tercih ediyorlardı. İlk başlarda, böylesine sürekli yanan bir ateşin görüntüsü son derece doğal karşılanıyordu. Rüzgardan, yağmurdan ve hırsızlardan korunmuş bir mağaranın kovuğundaki ateşin varlığı, insanların güvenlik duygusunu daha da arttırıyordu. Her kabilede bazı fertler, ateşi beslemek ve korumak üzere görevlendirilmişti. Ateşten sorumlu olan bu insanlar zamanla rahiplerin rolünü üstlendiler; ateşle temsil edilen tanrılar ve insanlar arasında aracı oldular. İnsanlar mağaralardan çıkıp, kendilerine uygun evler inşa etmeye başladıklarında, ocağı, şefin oturduğu ana binaya taşıdılar.
Ocak Tanrıçası
Toplu kutsal ateşler, şehirler kurulduktan sonra bile korundu. Eski Yunanistan'da, kent ateşi, bakire Ocak Tanrıçası Hestia'ya adanmış tapınakta yakılıyordu. "Prytaneion" adlı bu tapınağa "prytany"ler bakıyordu. Bunların görevi yeni kolonilere ateş sağlamaktı...
Romalılar'ın ocak tanrıçası ise Vesta'ydı. Her Roma evinin kendi ocağı olmasına rağmen, kent ateşi de Vesta'nın ilkel yuvarlak bir kulübe şeklinde olan tapınağında yakılı tutuluyordu. Hükümdarın kızlarını temsil eden 6 bakire, ateşe bakmakla yükümlüydü. Ocak tanrıçasının ateşi bir şanssızlık sonucu sönerse, kentteki tüm işler dururdu. İşler, ancak ateş yeniden yakılınca yeniden başlayabilirdi.
İçlerinde Avrupa kültürlerinin de bulunduğu pek çok eski kültür, modern çağlara gelinceye kadar ateşlerini sürekli canlı tuttu. Geçtiğimiz yüzyılda, Westfalyalı çiftçiler, tüm yıl boyunca içten içe yaktıkları meşe kütüğünü, Noel zamanı tarlalara serperlerdi. "Yule kütüğü" geleneği de buna benziyordu. Güneşin dönüşünü simgeleyen yeni bir kütük, eski kütüğün közleriyle yakılıyordu.
Günümüz inançlarında da ateş hala canlı
Bu gelenekler her ne kadar modası geçmiş gibi görünseler de, ateşin pek çok dini törenin bir parçası olduğu gerçeğini vurguluyor. Hıristiyan kiliselerinin altarlarında mumlar yakılıyor, Tibet Budistleri yağ lambalarını, Yahudiler de Fısıh bayramlarında "menorah" denilen 7 kollu şamdandaki mumları yakıyorlar. Alevler ısıdan çok ışığı sembolize etse de, tütsü yakma töreninin temelinde, ocak altarında yiyecek sunulan evrensel pagan adeti yatıyor.
Hindistan ve Zerdüştler
Bugün Hindistan'da, Brahman ailelerinin sönmeyen kutsal ateşi yakmaları gerekiyor. Bu ateş, 3.500 yıl önce, "Ariler" tarafından Hindistan'a getirilen Ateş Tanrısı "Agni"ye adanmıştı. Batıda, Agni'nin Sanskrit adı Latince "İgni" olarak devam ettirildi. İngilizce "ignition" (tutuşturma. ateş alma) kelimesinin kökünde de işte bu ateş tanrısı yatıyor...
Hindistan, aynı zamanda Zerdüştçülüğün de anayurdu... Zerdüştler'in ateşe taptığı iddiası bir çarpıtma olsa da, ateşi kutsal bir varlık olarak gördükleri bir gerçek. Onlara göre ateş, cennetten tanrı tarafından indirilmişti ve sonsuz aleve bakmak, Zerdüşt tapınak ritüelinin önemli bir parçasıydı. Ateşin insanlar tarafından kirletilmemesi gerekiyordu. Bu nedenle tütün içmek ve ateşi söndürmek yasaktı. Cesetleri yakıp gömmelerine de izin verilmiyordu.
Eski Ahit
Eski Ahit'teki, Abraham, kana susamış Ateş Tanrısı Moloch'u hiddetle suçlamıştı. Ancak, Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde ateş, tanrının gücünü ve öfkesini simgeliyordu. Yehova'nın, Musa Peygamber'e Sina Dağı'nda verdiği emirlerde, "onun üzerine ateşle indi ve dumanı aynı bir fırın dumanı gibi çıktı" kelimeleri kullanılmıştı. Sodom ve Gomora'yı cezalandırdığında, onu kükürt ve ateşle yok etmişti.
Ezekiel'in, putperestlerin, tanrının öfkesinin ocağında eriyecekleri konusundaki uyarısı, Ortaçağ Hıristiyan papazları tarafından çok güzel anlatılıyordu. Bir Cizvit papazı şöyle demişti; "Lanetlenmiş herkes kızgın bir fırın gibi olacak, dışarıda sıcaklıktan parlayacak, kirli kan ise damarlarında kaynamaya devam edecek..." Bu sözlerden cesaret alan Engizisyon, lanetlenmiş günahkarları kazığa bağlatıp yakarak, onlara cehennemde kendilerini bekleyen işkencelerden bir kısmım tattırmıştı...
Zerdüştler kutsal ateşi yakıyorlar...
Aslında ateşe tapmayan Zerdüştler, onu "dini olmayan işlerde kullanılmayacak kadar kutsal'' kabul ediyorlar. Bu nedenle ölülerini asla yakmıyorlar. Cesedi ortadan kaldırmak için akbabalara atıyorlar...
Ateşle yargılama, iyiyi kötüden ayırmak için kullanılan eski bir yöntem...
Ateş üzerinde yürüme ritüeli İspanya, Yeni Zelanda, Bulgaristan ve Tahiti gibi yerlerde hâlâ uygulanıyor. Bir başlangıç ayini ve masumiyet sınavı olarak görülen ateş üzerinde yürüme, düşüncenin madde üzerindeki zaferi olarak nitelendiriliyor.
Peki gerçekten öyle mi?
Ateşlerin üzerinden yara almadan geçebilmek, doğaüstü güçlerden çok bilimsel prensiplerle açıklanıyor. İnsan dokusunun ana maddesinin su olması, bu mucizevi olayın temelinde yatan önemli bir etken...
Suyun geniş bir ısı kapasitesi var. Bu nedenle, ayağın yaralanacak kadar ısınması için, ayağa çok miktarda enerji transfer edilmesi için gereken sürenin geçmesi gerekiyor. İnce, kırmızı renkli kömür tabakasının, tahmin edildiğinden daha az enerjisi var. Üstelik, ateş üzerinde yürüyenler de bunların üzerinde o kadar uzun süre kalmıyorlar.
Bu cesur insanlar, "Leidenfost etkisi"yle de korunuyor olabilirler. Bu etki, sıcak bir yüzeye su damlatılarak da gözlemlenebiliyor. Damlanın yüzeyle temas ettiği kısmı, bir gaz tabakası oluştururak anında buharlaşıyor. Bu gaz tabakası, damlaların kaymasına izin veriyor ve bir bariyer görevi yaparak enerjinin kolayca akmasını engelliyor. Ateş üzerinde yürüyen kişinin tabanındaki nem de buna benzer bir etki yaratıyor olabilir. Çünkü, ateş üzerinde yürütme ayinleri genelde, otların çiy nedeniyle ıslak olduğu geceleri açık havada yapılıyor... Bu nedenle, ateş üzerinde yürümeyi evde denemek pek de mantıklı bir şey olmasa gerek...
Monday, May 18, 2009
ATEŞ -1 : Ve İnsan Ateşi Yaktı
İnsanın eski çağların karanlığından kurtuluşu ateşin bulunmasıyla oldu. Ateşin ilk kez ne zaman kontrol altına alındığınıysa kimse bilmiyor. Fransa'daki Escale Mağarası'nda bulunan eski ocaklar, modern insanın atası olan "Homo erectus"un 750.000 yıl önce ateşi kullandığını gösteriyor. Ateşle birlikte, insanlık ısındı ve aydınlandı. Vahşi hayvanlardan korunmasını öğrendi. Ve ateşi tarlaları temizlemede kullandı. Çeşitli uygarlıklar, ateşi kullanmasını öğrenerek çeşitli aletler ve çanak çömlek yapmayı başardılar, metalleri erittiler. Endüstri çağında ise ateş, mekanik işlerde kullanıldı.
İleri teknolojiye doğru atılan ilk ve en önemli adım, hiç kuşkusuz ateşin kontrol edilebilmesiydi... İlk insan için ateş, kendilerine sadece yıldırım, orman yangını ve lav şeklinde sunulan kutsal bir armağandı... Kendileri ateş yakamadıklarından, ilk insanlar yavaş yanan kütüklerle ya da kaplardaki odunkömürüyle ateşi sürekli canlı tutuyorlardı.
Bu büyük ihtimalle ikinci bir buluştu ve taştan tahtadan aletler yaparken tesadüfen ortaya çıkmıştı. İlkel toplumlar üzerinde yapılan araştırmalar, ilk ateş yakma yönteminin "sürtme" olduğunu gösteriyor.
Eskiden Avrupalı köylüler, bir boşluğa tahtadan bir delgi koyar ve elleriyle bunu döndürürlerdi. Bu işlem, delginin çevresine bir ip sarıp, her iki taraftan çekerek hızlandırılıyordu.
Yakan camlar
Eski Yunanlılar, güneş ışınlarını yoğunlaştırmak için mercek ve içbükey aynalar kullandılar. Oyun yazan Aristophanes. MÖ. 423 yılında yazdığı sanılan "Bulutlar" adlı oyununda, yanan merceklerden söz ediyordu. Bundan 200 yıl sonra Arşimet, Sirakuza kuşatmasında Roma gemilerini yakmak için bir ayna kullanmıştı. Yakan camlan Meksika Aztekleri ve Çinliler de biliyorlardı.
Alevlerin gardiyanı...
Bir Paskalya Adası yerlisi ateşi seyrediyor. İnsanın var olabilmesinin önemli bir desteği olan ateş, korumaya, gözetmeye değer bir güç... Modern çağlara gelinceye kadar, yay ve delgi kullanımı gibi ateş yakma yöntemleri büyük ustalık gerektiriyordu...
Vurarak ateş yakma
Vurarak ateş yakma yöntemleri Taş Devrine kadar uzanıyor. Taş Devri insanları, taşlan birbirine vurarak kıvılcım çıkarmayı öğrenmişlerdi. Bu teknik, 5.000 yıl önce demirin bulunmasıyla daha etkili hale geldi. Kuzey Amerika kıtasının en kuzeyinde yaşayan Eskimolar, kuvars ile kükürt içeren demirli piriti birbirine vurarak yavaş yanan bir kıvılcım çıkarmışlardı. Çinliler ise ateşlerini porselen ile bambuyu birbirine sürterek yakıyorlardı. Avrupa'da, 19. yüzyılın ortalarına kadar en etkili ateş yakma yöntemi, çelik, çakmaktaşı ve kav kullanılarak yapılandı.
Değerli armağan ateş, elden ele dolaşıyor...
Papua-Yeni Gineli kadınlar, kor halindeki kütükleri elden ele geçiriyorlar.
Ateş yakmanın zor olduğu durumlarda en önemli kural, yanan ateşin tamamen sönmesini engellemekti.
İnsanlar ateşe gözleri gibi bakıyorlardı. Korlar ise değerli tohum görevi görüyordu...
Ateş yakmada devrim, fosforun bulunmasıyla oldu
1669 yılında bir Alman simyager, gümüşü altına çevirmeye çalışırken şans eseri fosforu ayrıştırdı. Elementin yanma özelliğinden etkilenen bazı 17. yüzyıl kimyagerleri, bunu ateş yakma araçlarının üretiminde kullandılar. Ancak, ortaya çabuk alev alan ve tehlikeli maddeler çıktı. Fosforun çok az bir miktarının bile çok pahalıya satılması nedeniyle ilk kibritler de çok kıymetliydi.
Kibrit denemeleri
Pratik bir kibrit yaratabilme araştırmaları 1781 yılında, bir grup Fransız kimyagerin "fosforlu mum" ya da "eterik kibriti" bulmasından sonra başladı. Fransızlar'ın buluşu, içinde ucu fosfora batırılmış bir kağıt bulunan kapalı cam tüpten ibaretti. Tüp kırıldığında, içeri hava giriyor ve fosforun kendini yakmasını sağlıyordu. Amerika'da kullanılan ve ilkinden daha zararlı olan bir başka buluş da, sülfürik asit dolu bir şişeydi. Sülfürik asitin içineyse kimyasallarla işlemden geçirilmiş ufak kibrit çöpleri atılmıştı.
İlk kibrit
Günümüzün kibritlerine benzeyen ilk kibritler, 1827 yılında İngiliz eczacı John Walker tarafından yapıldı. O da formülü, askeri roketler yapan Congreve adlı birinden almıştı. Her kutusu 1 şiling olan "Congreve"ler. sülfürle kaplanmış ve ucu potasyum klorüre bulanmış kibrit çöpleriydi. Bunları yakmak için, katlanmış zımpara kağıdına hızlıca sürtmek gerekiyordu.
Walker, buluşunun patentini almadı. Böylece, üç yıl sonra buluşu Samuel Jones tarafından taklit edildi ve ürün piyasaya "Lucifers" adıyla çıktı. Aynı tarihlerde. Charles Sauria adlı Fransız kimyager, nereye sürtülürse yanan ilk kibriti buldu. Bunu. Walker'ın formülündeki potasyum klorür yerine, beyaz fosfor kullanarak başarmıştı. Ancak, beyaz fosforun öldüren bir zehir olması her şeyi değiştirdi. 1845 yılından sonra bu yeni buluşun dumanını mecburen koklayan insanlarda çene kemiği,"nekroz"a uğrayarak çürüyordu. Beyaz fosforun yasaklanması 1906 yılını buldu...
Güvenli kibrit
Bu, İsveçli kimyacı Pasch'ın zehirli olmayan kırmızı ya da amorf fosforu bulmasından 62 yıl sonraydı. Oysa. Pasch'ın buluşu, 1855 yılında vatandaşı J. E. Lundstrom tarafından piyasaya sunulmuştu. Lundstrom'un kibritleri emniyetliydi; çünkü, kırmızı fosfor zehirli bir madde değildi. Bu madde, bir kibritin ucu yerine, yanma derecesi 182 gibi yüksek olan potasyum klorür içeren bir yüzeye sürülmüştü.
Amerika, kibrit teknolojisinde ve güvenlik standartlarında, Avrupa'nın arkasında kaldı. Güvenli kibritler için ilk girişim 1900 yılında oldu. Diamond Match şirketi, Fransız patentini alarak işe koyuldu; ama bu formül pek işe yaramadı. Çünkü Amerika'daki iklim koşulları. Avrupa'dakinden hayli farklıydı. Fransız patentinin, bir bilimadamı tarafından Amerika koşullarına uydurulması 11 yıl aldı.
Amerikalılardan kibrit paketi
Bununla birlikte, Amerikalılar da, kibrit teknolojisinde ve pazarlamasında pek çok ilke imza attılar. 1892 yılında, Diamond Match şirketi, ilk kibrit paketlerini piyasaya sunarak bu konuda öncülük yaptı. Bu buluş, 1896 yılından sonra, kibritler, kibrit kutularında sunulana kadar geçilemedi. Bugün, Amerika'da hâlâ yaygın olarak kibrit paketleri kullanılıyor. Bunların yüzde 90'ı da otellerde ve restorantlarda bedava olarak sunuluyor.
Diğer Amerikan buluşlarına gelince... Kullanılan özel bir solüsyon, kibritin yakıldıktan sonra içten içe yanmaya devam etmesini önlüyor. Bir de suya dayanıklı kibritler var. Bunlar, 8 saat su içinde kalsa bile yanabiliyor.
Rum ateşinin dehşeti...
İlk kez 7. yüzyılda kullanılan Rum ateşi, doğal petrol,
zift ve diğer maddelerin karışımından oluşuyordu.
Asıl başarısı düşmanı paniğe sokmak olan Rum ateşi,
mancınıklar yardımıyla düşmanın üzerine atılıyordu...
“Rum ateşi”nden, ateş topu güllelere… Molotof kokteyli’nden bombalara…
Barut bulunmadan önce, savaşlarda basit kundakçılık aletleri kullanılıyordu. M.Ö. 31 yılında Romalılar, Marcus Antonius ve Kleopatra'yı, gemilerine yanan mangal kömürü ve zift atarak yenmişlerdi.
Katı yakıtlarla yapılan yakıcı maddelerle ilgili en önemli sorun, zor tutuşmaları ve çabuk sönmeleriydi. Bu problem, doğal petrol, zift ve sülfür karışımı olan "Rum ateşi"nin bulunmasıyla çözüldü. Rum ateşi, değdiği her yere yapışıyordu. Yunanlılardan, Müslümanlar onların bu sırrını öğrendiler ve Haçlılar'a karşı kullandılar. Rum ateşini Avrupa'ya getiren Haçlılar oldu. Çinliler de buna benzer bir karışım kullanmışlardı. Amerikan İç Savaşı'nda, kömür katranı ve neftyağı karışından oluşan bir sıvıdan yararlanıldı.
Tahta savaş gemileri için en büyük tehlike hiç kuşkusuz ateşti. Özellikle de gülleler ateş topları halinde gemilere düştüğünde... Alev makinelerinin ilk kullanıldığı kara savaşı Birinci Dünya Savaşı'ydı. Molotof kokteyli, 1940 yılında Ruslar'a karşı kullanılmıştı. Kundak bombaları ise ancak ikinci Dünya Savaşı'nda kullanıldı. Bu bombalar elbette ki son derece vahim sonuçlar doğurdu...
Tuesday, May 05, 2009
Yeni Bir Savaşa Doğru Vietnam Türkçe
http://rapidshare.com/files/227386429/yeni_bir_savasa_dogru_vietnam.part1.rar
http://rapidshare.com/files/227388273/yeni_bir_savasa_dogru_vietnam.part2.rar"
Japon Ordusunun Bozgunu (VCD) Türkçe
http://rapidshare.com/files/226175628/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part1.rar
http://rapidshare.com/files/226183050/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part2.rar
http://rapidshare.com/files/226188681/Japon_Ordusunun_Bozgunu.part3.rar"
Dünya 2007 - Ansiklopedik Bilgi Kaynağı - DVD
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
http://rapidshare.com/files/
Dünyamızı, kıtaları ve ülkeleri anlatan "DÜNYA 2007" yazılım seti, etkileşimli özellikleri ve tamamen görsel içeriği ile binlerce sayfadan oluşan en kapsamlı ve güncel bilgi kaynağıdır.
KAPSAM
"DÜNYA 2007" yazılım setinde, dünyamızın bütün kıtaları ve ülkelerini bir arada ve tek bir kutu içinde bulacaksınız. Kıtaların fiziksel ve siyasi haritaları ile tarihsel ve toplumsal özelliklerine ve her bir kıtada bulunan yüzlerce ülkeye de bir tıklamayla ulaşabileceksiniz. Bu kadar kapsamlı bir kaynağı hiç görmediniz; çünkü binlerce sayfadan oluşan bu seti bir kitap olarak basmak olanaksızdır.
IÇERIK
"DÜNYA 2007" setinde kıtalar ve ülkeler çok ayrıntılı bir şekilde ve tamamen görsel olarak anlatılmıştır. Her ülkenin konumunu; siyasi ve toplumsal tarihini; üç boyutlu fiziksel haritaları; uydu görüntülerini; ülkenin coğrafi yapısı ve gündelik yaşamını anlatan çok sayıda video filmi ve fotoğrafı; her ülkenin kullandığı paraları, pulları, bayrağı ve milli marşlarını bu yazılım setinde bir arada bulacaksınız.
GENEL AMAÇLI
"DÜNYA 2007" yazılım seti genel amaçlı hazırlanmıştır. Evde, okulda ve işyerlerinde başvurabileceğiniz Türkçe ansiklopedik bir kaynaktır. Özellikle ilk ve orta öğretim öğrencilerinin çok ihtiyaç duyduğu güncel ve kapsamlı kaynak gereksinimini karşılayacak en ciddi eserdir. Bu eser, çocuklarınızın bütün bir öğrenim yaşamı boyunca her yıl başvuracakları en güvenilir ve görsel kaynak olacaktır.
GÜNCEL KAYNAK
"DÜNYA 2007" yazılım seti en güncel Türkçe kaynaktır. Dünyada çok sık değişen veriler 2007 yılı için en güncel haliyle hazırlanmıştır. Dünya üzerinde bulunan yüzlerce ülkenin her an değişen sınır, bayrak, ülke adı, yönetim kadrosu, nüfus, ekonomik veriler ve doğal yaşamı en güncel haliyle bu sette yer almaktadır.
YENI MÜFREDAT
2006 yılında uygulanmaya başlanan ilköğretim ve ortaöğretim kurumları ders programları (müfredat) öğrencilerin bilgiyi ezberlemesini değil; araştırmasını ve keşfetmesini temel almaktadır. Ancak, öğrencilerimizin araştırma yapıp, keşfedecekleri kadar kapsamlı Türkçe kaynak bulmak olanaksızdır. "DÜNYA 2007" yazılım seti, işte bu nedenle çok önemli ve özeldir.
EVRENSEL
Artık her açıdan küresel bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme ise evrensel ve küresel bilginin daha değerli olduğu bir süreç demektir. Başka ülkeleri ve toplumları tanımak; evrensel bilgi dağarcığına sahip olmak ve farklı olanların farkını bilmek bugünün ve geleceğin en değerli sermayesi olacak. Çünkü çocuklarımız küresel bir dünyada çalışacak ve rekabet ederek başarılı olmaya çalışacaklar.
DIJITAL
Son on yıl yazı, fotoğraf, film, harita, ses gibi her türlü bilginin tamamen sayısallaştığı dönem oldu. "DÜNYA 2007" yazılım seti, tamamen dijital (sayısal) teknolojiler kullanılarak hazırlanmıştır. Bu nedenle "DÜNYA 2007" yazılım setinde fotoğraflar bu kadar renkli; sesler bu kadar gerçekçi ve filmler bu kadar zengin olabiliyor.
KÜTÜPHANE
"DÜNYA 2007" yazılım seti, bir kitap değil birçok kitaptan oluşan bir kütüphanedir. Bu kapsamlı yazılım seti içinde, dünya ve ülkelerin haritalarından oluşan bir ATLAS; dünya ülkelerinin sık değişen bilgilerinden oluşan bir ALMANAK; bütün ülkelerin doğal yaşamı, insanları ve kültürünü yansıtan FOTOĞRAF ALBÜMÜ; bütün ülkelerin paraları ve pullarını bir araya getiren bir KOLEKSIYON; bütün ülkelerin milli marşlarını bir arada sunan bir AUDIO CD; bütün ülkelerin bayraklarını ve devlet armalarını (açıklamalarıyla birlikte) bir arada bulunduran bir ARAŞTIRMA ve setin içinde bulunan her konudaki (Avrupa Birliği, vb. gibi) çok sayıda KITAPÇIK VE BÜLTEN bulacaksınız. Bir başka deyimle, bir kitap değil, bir KÜTÜPHANE.
ÖZGÜN, TÜRKÇE
"DÜNYA 2007" yazılım seti, tamamen özgün ve tamamen Türkçe hazırlanmış ve seslendirilmiştir. Bu sette, özgün ve evrensel bilgi, özgün bir tasarımla taçlandırılmış ve orijinal görsel dekorla zenginleştirilmiştir. Bu set, Türkiye'de yayınlanan az sayıdaki uluslar arası standarttaki yayından biri olma özelliğine sahiptir.
Sunday, April 12, 2009
Filmlerde ki Sunum İsimlerindeki Teknik Terimler ve Anlamları
Unrated : Normal filmde belirlenen sürelerden çok daha uzun veya biraz daha uzun olabilir.Örneğin , bir filmin süresi normal şartlarda 95 dakika olsun. Unrated versiyonlarda bu süre 97 dakikaya ya da 105-110 dakikalara veya daha fazlasına çıkabilir. Ayrıca , Unrated sürümlerde kesilmiş sahnelere de yer verilmiş , herhangi bir sansür kesinlikle uygulanmamıştır.O yüzden kanlı sahnelere veya cinsel içerikli sahnelere “fazlasıyla” rastladığınızda uyarmadı demeyin.
X264 : Yeni teknoloji bir sıkıştırma yöntemi kullanılıyor.Bir çeşit çözücü.HD filmlerde görebilirsiniz.MKV uzantılı dosyaları barındırıyor genellikle.Kodek türü denebilir.Bir ve birden çok altyazıyı videoya yapıştırmaz , tek bir dosya içinde barındırabilir.Ancak altyazı senkronu yaparken ben çok zorlanmıştım bu X264′e. Bilmiyorum sizde nasıl olur ama. X264 uzantılı dosyaları açabilmeniz için özel kodek veya kodek paketleri(K-lite önerimdir) bulundurmanız gerekiyor.Forumumuzda X264 ile ilgili detaylı başlıklar bulunmakta.
HD-DVD : Yüksek kaliteli videolar için kullanılıyordu. Ancak BluRay ile olan rekabetini kaybettiği için geliştirilmesi Toshiba tarafından durdurulmuştur.Daha doğrusu Toshiba’nın HD sürücü vb ürünlerinin üretimini durdurması HD-DVD’yi yapan firmaların rekabeti kaybettiklerini açıklamasıyla bu iş sona ermiştir.
Blu-ray : Yüksek kaydetme kapasitesiyle çok kaliteli videoların dağılması için kullanılan üstün bir teknoloji.Riplenmemiş halinin BluRayDisc halinde sunulup boyutlarının 25 GB – 40 GB arasında değişebildiğini görebiliyoruz.Yazılabilmesi için BluRay Yazıcı , BluRay Oynatıcı bir sürü ıvır zıvır gerekiyor. BluRay’in riplenmiş ismi BRRip veya BDRip şeklinde geçebilir.Boyutları küçük sayılabilecek(max 2.5 GB) ve Divx oynatıcıların dostu BRRip-AFR sunumlar var mesela ya da 720P olarak geçen BluRayRipler var.
720P : High Definition yani çok yüksek kalitede video dosyalarıdır. Çalıştırmak için iyi bir sisteme sahip olmak gerekir.Eğer HD izleyecek ekipmanınız varsa izlenmesi oldukça keyiflidir.Çözünürlüğü 1280×720′dir.Boyutları genelde 4 GB kadardır. Ancak yüksek boyutlu olabilenleri de vardır.Filmdeki sahnelere , süresine göre her şey değişebilir.BluRay’den riplenmiştir.
1080P : 720P’den çok daha iyisini düşünün. Çözünürlüğün 1920×1080 olduğunu da unutmayın.Genellikle 8 GB kadar boyutu var. Yine süreye , kaliteye , sahnelere vb faktörlere göre boyut değişilik gösterebilir.Orijinal BD’den riplenmiştir.
1080i : Yüksek çözünürlüklü video türü.Geniş ekran TV’lerde hep görüyoruz bu ifadeyi.720P’ye göre çok daha keskin ve güzel görüntüler elimize veriyor. 16:9 ekranı da desteklemekte.AC3/DTS desteği de var.
Director’s Cut : Çıkarılmış sahneler içerir. Yönetmen tarafından bizzat yapılır. Yönetmenin sözlerine yer verilir.Tamamen yönetmen kesip biçmesi.Yönetmen kendi isteği doğrultusunda filmi ayarlar.Sanki baştan düzenlenmiş gibi hissedersiniz.
Extended : Sinemalara çıkan filmlerde göremeyeceğiniz sahneleri bulunduruyor.
Anniversary Edition: Eskisiyle büyük farklar gözlemlemeyiz. Yeni sahneler sıklıkla eklenmez. Zaten bir filmin 20.senesi falan olunca piyasaya çıkıyor.
Uncut: Unrated ile benzer nitelik taşır. Sinemalara girerken mesela cinsel içeriği , küfürü veya vahşeti/korku öğeleri nedeniyle bazı filmlere yaş sınırı konulduğunu görüyoruz.Ancak UNCUT sürümlerde bu sınırlara neden olan sahneleri görebilirsiniz.
Theatrical Cut : Film sinemalarda nasıl gösterildiyse o şekilde.
Extended Uncut : Extended ve Uncut için verdiğim tanımlara bakın. Sonra bu tanımların birleştirildiğini düşünün. İşte Extended Uncut o dur.
Special Edition : Kısaltması SE şeklinde verilir. Bazı “özel” şeylerin ( sahne arkası konuşmalar ,kostümler vs) verilebileceği bir sürümdür.
Limited Edition : Kısaltması LE şeklinde belirtilir. Sınırlı sayıda piyasalara CD/DVD olarak çıktığının göstergesidir.
Alternate End’s : Alternatif son demek. Mesela bir filmin sonu kötü bitiyorsa , alternatif bir son çıkarılır bazı filmlere. O sonda da iyi bitirirler filmi.
VC1 : BluRay/720P/1080P sunumlarda görebileceğiniz bir terim.
Sunday, March 29, 2009
Mesir Macununun Tarihçesi
Tarçın, karabiber, yeni bahar, karanfil, çörek otu, hardal tohumu, anason, kişniş, zencefil, tarçın çiçeği, zerdeçal, HİNDİSTANcevizi, rezene, kebabiye, sinameki, sarı halile, vanilya, darıfülfül, kakule, havlıcan, zulumba, hıyarşembe, safran, iksir, kimyon, galanga, çam sakızı, mirsafi, meyan balı, şamlı şaşlı, limon kabuğu, kremtartar, zağfiran, udülkahır, çöpçini, eskir, tiryak, ravend, limon tuzu, tekemercini tohumu, günbalı.
Sunday, February 15, 2009
Soğan neden ağlatır?
Soğanı kestiğimiz zaman aynı zamanda soğan hücrelerini de keseriz. Soğanı kestiğimiz zaman normalde soğan hücreleri içinde yer alan enzimler serbest kalır. Bu enzimlerden birisi olan allinaz (Allium'dan, soğanın latince isminden gelir), daha sonra hücrelerin kesilmesiyle salınan 'Prensco' diye bilinen sülfürlü bileşiklerle reaksiyona girer.
Bu reaksiyon propenilsülfirik asit oluşmasıyla sonuçlanır ki bu daha sonra LF-sentez enzimi ile propanethial s-oksit gazına dönüşür. Bu gaz ayrıca, LF-sentez enzim ( Lachrymatory Factor sentezleyen enzim) yani orjinal adıyla Lachrymatory Factor (ağlama faktörü) olarak bilinir.
Bu gaz kararsızdır ve su ile reaksiyona girerek sülfirik asit meydana gelir. Bu durum gözlerde gerçekleştiğinde, gözler büyük miktarda su üreterek asidi nötr hale getirir ve böylece bizi ağlamaklı yapar.
Yeşil soğan niye ağlatmıyor?
Soğan familyasından gelen sarımsak ve taze yeşil soğan da kesildiğinde sülfirik asit meydana getirir fakat ağlama etkisi yaratmaz çünkü daha az LF-sentez enzimi ortaya çıkar.
Peki gözlerimizin sulanmaması için ne yapmalıyız?
Soğan keserken ağlamamak için ne yapmamız gerekiyor? İşte size birkaç formül...
1. Yöntem: Soğanı kesmeden yarım saat önce buzdolabına koyun. Bu yöntem soğanın içindeki reaksiyonu değiştirdiği için ağlama etkisini de en aza indiriyor.
2. Yöntem: Soğanı doğrarken çok hızlı davranın. Gaz gözünüzle temas etmeden kesme işini halledin.
3. Yöntem: Ağzınıza bir parça ekmek alın. Böylece göz yakıcı enzimleri bu ekmek içine çekebilir.
4. Yöntem: Soğan doğrarken sakız çiğneyin. Böylece ağzınızdan nefes alırsınız. Gözleriniz de yanmaz.
5. Yöntem: Soğanı akan suyun altında doğrayın...