Monday, May 25, 2009

ATEŞ -2 : Dinlerdeki Kutsal Alev

Mitler ve efsaneler, yüzyıl­lardır ateşin gücüne ina­nıldığını gösteriyor. Kut­sal ateşe yüzyıllar boyu tapılmış, düşmanları sınamakta ve cezalandırmakta kullanılmıştı. Bu­gün bile dinin ve ruhsal gücün sem­bolü olarak kabul ediliyor...

Cehennem ateşi, ejderhalar, do­ğum günü pastası üzerindeki mum­lar... Bunların hepsi, ateşe tapmanın günümüze kadar kalmayı başarmış sembolleri... Tütün içmenin bile es­kiden dini bir önemi vardı. Ameri­kan yaylalarındaki Komançiler, tü­tünün ilk nefesini "Manitu" denilen Büyük Ruh'a gönderirlerdi. Misso­uri'nin Osage halkı savaşa hazırla­nırken pipo içer ve şu duayı ederdi: "Ateş ve Dünya, benimle tütün için ve düşmanlarımı yenmem için bana yardım edin..."

Zerdüşt dini mensupları, binlerce yıldır ateşin kutsallığına inanıyorlar.

Çünkü, "Bilge tanrı"nın onlar için yeryüzüne indirdiği ateş, sonsuz saflığı ve temizliği simgeliyor...

Ateşin sönmesi kötü şans

Tarihteki kültürlerin çoğu, ocakta­ki ateşin sönmesinin kötü şans geti­receğini düşünüyordu. Bir Kızılderili halkı olan "Iroquois"lar, ateşleri sön­düğünde yok olacaklarına inanıyor­du. Bu tip hikayeler, hiç kuşkusuz ateşin çok değerli olduğu ve yoklu­ğunun toplumun kötülüğü anlamına geldiği dönemlerden kalma halk hi­kayeleri...

Ateş bekçileri

Ateşi her söndügünde yeniden tu­tuşturmak, eski insanların işine gel­miyordu. Bu nedenle, yanmakta olan ateşi sürekli canlı tutmayı tercih edi­yorlardı. İlk başlarda, böylesine sü­rekli yanan bir ateşin görüntüsü son derece doğal karşılanıyordu. Rüzgar­dan, yağmurdan ve hırsızlardan ko­runmuş bir mağaranın kovuğundaki ateşin varlığı, insanların güvenlik duygusunu daha da arttırıyordu. Her kabilede bazı fertler, ateşi beslemek ve korumak üzere görevlendirilmişti. Ateşten sorumlu olan bu insanlar za­manla rahiplerin rolünü üstlendiler; ateşle temsil edilen tanrılar ve insan­lar arasında aracı oldular. İnsanlar mağaralardan çıkıp, kendilerine uy­gun evler inşa etmeye başladıkların­da, ocağı, şefin oturduğu ana binaya taşıdılar.

Maskeli saygı...
Bir Zerdüşt din görevlisi, "Bilge tanrı"nın ateşini kolluyor.
Yüzündeki maske, nefesiyle ateşin kirlenmesini önlemek amacını güdüyor.

Ocak Tanrıçası

Toplu kutsal ateşler, şehirler ku­rulduktan sonra bile korundu. Eski Yunanistan'da, kent ateşi, bakire Ocak Tanrıçası Hestia'ya adanmış tapınakta yakılıyordu. "Prytaneion" adlı bu tapınağa "prytany"ler bakı­yordu. Bunların görevi yeni koloni­lere ateş sağlamaktı...

Romalılar'ın ocak tanrıçası ise Vesta'ydı. Her Roma evinin kendi ocağı olmasına rağmen, kent ateşi de Vesta'nın ilkel yuvarlak bir kulü­be şeklinde olan tapınağında yakılı tutuluyordu. Hükümdarın kızlarını temsil eden 6 bakire, ateşe bakmak­la yükümlüydü. Ocak tanrıçasının ateşi bir şanssızlık sonucu sönerse, kentteki tüm işler dururdu. İşler, ancak ateş yeniden yakılınca yeniden başlayabilirdi.

İçlerinde Avrupa kültürlerinin de bulunduğu pek çok eski kültür, mo­dern çağlara gelinceye kadar ateşle­rini sürekli canlı tuttu. Geçtiğimiz yüzyılda, Westfalyalı çiftçiler, tüm yıl boyunca içten içe yaktıkları meşe kütüğünü, Noel zamanı tarlalara ser­perlerdi. "Yule kütüğü" geleneği de buna benziyordu. Güneşin dönüşünü simgeleyen yeni bir kütük, eski kütü­ğün közleriyle yakılıyordu.

Günümüz inançlarında da ateş hala canlı

Bu gelenekler her ne kadar moda­sı geçmiş gibi görünseler de, ateşin pek çok dini törenin bir parçası oldu­ğu gerçeğini vurguluyor. Hıristiyan kiliselerinin altarlarında mumlar ya­kılıyor, Tibet Budistleri yağ lambala­rını, Yahudiler de Fısıh bayramların­da "menorah" denilen 7 kollu şamdandaki mumları yakıyorlar. Alevler ısıdan çok ışığı sembolize etse de, tütsü yakma töreninin temelinde, ocak altarında yiyecek sunu­lan evrensel pagan adeti yatıyor.

Agni'ye hürmetler...
Hem kutsal hem de varoş bir ortamda Hintli Brahman, Hindu Ateş Tanrısı Agni'ye saygılarını sunuyor...

Hindistan ve Zerdüştler

Bugün Hindistan'da, Brahman ai­lelerinin sönmeyen kutsal ateşi yak­maları gerekiyor. Bu ateş, 3.500 yıl önce, "Ariler" tarafından Hindistan'a getirilen Ateş Tanrısı "Agni"ye adanmıştı. Batıda, Agni'nin Sanskrit adı Latince "İgni" olarak devam etti­rildi. İngilizce "ignition" (tutuşturma. ateş alma) kelimesinin kökünde de işte bu ateş tanrısı yatıyor...

Hindistan, aynı zamanda Zerdüşt­çülüğün de anayurdu... Zerdüştler'in ateşe taptığı iddiası bir çarpıtma olsa da, ateşi kutsal bir varlık olarak gör­dükleri bir gerçek. Onlara göre ateş, cennetten tanrı tarafından indirilmişti ve sonsuz aleve bakmak, Zerdüşt ta­pınak ritüelinin önemli bir parçasıy­dı. Ateşin insanlar tarafından kirletil­memesi gerekiyordu. Bu nedenle tü­tün içmek ve ateşi söndürmek yasak­tı. Cesetleri yakıp gömmelerine de izin verilmiyordu.

Eski Ahit

Eski Ahit'teki, Abraham, kana su­samış Ateş Tanrısı Moloch'u hiddet­le suçlamıştı. Ancak, Yahudi ve Hı­ristiyan geleneklerinde ateş, tanrının gücünü ve öfkesini simgeliyordu. Yehova'nın, Musa Peygamber'e Sina Dağı'nda verdiği emirlerde, "onun üzerine ateşle indi ve dumanı aynı bir fırın dumanı gibi çıktı" kelimeleri kullanılmıştı. Sodom ve Gomora'yı cezalandırdığında, onu kükürt ve ateşle yok etmişti.

Ezekiel'in, putperestlerin, tanrının öfkesinin ocağında eriyecekleri ko­nusundaki uyarısı, Ortaçağ Hıristi­yan papazları tarafından çok güzel anlatılıyordu. Bir Cizvit papazı şöyle demişti; "Lanetlenmiş herkes kızgın bir fırın gibi olacak, dışarıda sıcak­lıktan parlayacak, kirli kan ise da­marlarında kaynamaya devam ede­cek..." Bu sözlerden cesaret alan En­gizisyon, lanetlenmiş günahkarları kazığa bağlatıp yakarak, onlara ce­hennemde kendilerini bekleyen iş­kencelerden bir kısmım tattırmıştı...

Zerdüştler kutsal ateşi yakıyorlar...

Aslında ateşe tapmayan Zerdüştler, onu "dini olmayan işlerde kullanılmayacak kadar kutsal'' kabul ediyorlar. Bu nedenle ölülerini asla yakmıyorlar. Cesedi ortadan kaldırmak için akbabalara atıyorlar...

Ateşle yargılama, iyiyi kötüden ayırmak için kullanılan eski bir yön­tem...

Ateş üzerinde yürüme ritüeli İspanya, Yeni Zelanda, Bulgaristan ve Tahiti gibi yerlerde hâlâ uygulanı­yor. Bir başlangıç ayini ve masumi­yet sınavı olarak görülen ateş üzerin­de yürüme, düşüncenin madde üze­rindeki zaferi olarak nitelendiriliyor.

Peki gerçekten öyle mi?

Ateşlerin üzerinden yara almadan geçebilmek, doğaüstü güçlerden çok bilimsel prensiplerle açıklanıyor. İnsan doku­sunun ana maddesinin su olması, bu mucizevi olayın temelinde yatan önemli bir etken...

Suyun geniş bir ısı kapasitesi var. Bu nedenle, ayağın yaralanacak ka­dar ısınması için, ayağa çok miktar­da enerji transfer edilmesi için gere­ken sürenin geçmesi gerekiyor. İnce, kırmızı renkli kömür tabakasının, tahmin edildiğinden daha az enerjisi var. Üstelik, ateş üzerinde yürüyen­ler de bunların üzerinde o kadar uzun süre kalmıyorlar.

Bu cesur insanlar, "Leidenfost etkisi"yle de korunuyor olabilirler. Bu etki, sıcak bir yüzeye su damlatılarak da gözlemlenebiliyor. Damlanın yü­zeyle temas ettiği kısmı, bir gaz ta­bakası oluştururak anında buharlaşı­yor. Bu gaz tabakası, damlaların kaymasına izin veriyor ve bir bariyer görevi yaparak enerjinin kolayca ak­masını engelliyor. Ateş üzerinde yü­rüyen kişinin tabanındaki nem de buna benzer bir etki yaratıyor olabi­lir. Çünkü, ateş üzerinde yürütme ayinleri genelde, otların çiy nedeniy­le ıslak olduğu geceleri açık havada yapılıyor... Bu nedenle, ateş üzerinde yürümeyi evde denemek pek de mantıklı bir şey olmasa gerek...


Hazırlayanlar : merakediyorum grubu merakediyorumgrubu@gmail.com, kerem krmhby@hotmail.com, bahadircan
Kaynak : Focus - Kasım 1996 sayısında "Ateş" başlığı ile yayınlanan yazıdan alınmıştır.

No comments: